Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


tevazu

Tevazu

  • Tevazu, insanın kalbindeki bir duygu, bir haldir. Alçak gönüllü olmak, kendini küçük görmek demektir ve Allah katında çok kıymetlidir. Bu yüce sıfata sahip kimseye de mütevazı denir. Tevazu çoğu zaman tavır ve davranışlara aksederse de, sadece zahire yansıyan davranışlarına bakarak bir insanın mütevazı olup olmadığına hükmedemeyiz. Mesela bazısının namazda ön safta durması onun tevazuunun dışa vurmasıdır, bazısının da arka safta durması. Önemli olan bunun hangi mülahazayla yapıldığıdır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, kişinin sürekli kendisini içten içe kontrol etmesi, her zaman ihsaslarının farkında olması ve hayatını da buna göre götürmesidir. Mütevazı insan, başkalarının kendini tazim edecekleri hallerden de kaçınır. Yaptığı bir şeyde başkalarının onu büyük bir makama koyması karşısında rahatsız olur.”1)
  • İnsan bir makama, bir mertebeye, bir seviyeye ulaştıktan sonra ‘Oldum, piştim, bittim, vardım, ulaştım, gördüm.’ dememeli; seyrini devam ettirmelidir. Süreklilik, her gün yeniden bir kere daha baştan başlamak, bu yolun değişmez esasıdır. Daha önceden kat ettiği mertebelerin, almış olduğu seviyenin yeni yapacağı yolculuğa elbette katkısı ve faydası vardır/olacaktır; ama önemli olan tezkiye-i nefs etmemek suretiyle tezkiyeye ulaşmaktır. Nefsi sıfırlamak suretiyle, sıfırın kıymetsizliğini, sonsuzun kıymetini kavrama ufkuna vasıl olmaktır. Zira hiçbir insan, kendini sıfırlamadan sonsuza açılamaz. Sonsuza açılanlar ise kendilerini sıfırlamış, Hak karşısında bir hiç olduklarının idrakine varmışlar demektir. Dolayısıyla bunlar mü’minlere karşı tevazu, mahviyet ve hacâlet ufkuna çok daha çabuk ulaşırlar.”2)
  • “Ucub, kibir ve fahr, insanı mahveden zaaflardandır… İhlâs , mahviyet ve tevazu, benlikteki bu üç boşluğu dolduracak fazilet buudlarıdır.”3)
  • “Müslümanlıkta tevazu, mahviyet ve hacalet esastır. İslâm’a göre insan kendi acizliği ve fakirliğini anlayabildiği ölçüde seviye kazanır. İşte bu bizim ‘kendini sıfırlama’ diye ifade ettiğimiz husustur. Zaten insan Allah’ın kulu değil midir? Allah’ın kulu olma lütfundan rahatsızlık duyma olur mu? Büyükler, Hakk’a kulluğu en büyük pâye saymışlardır. Allah Resûlü’nün ‘kul peygamberliği’4) tercihi bizlere ne önemli bir örnek teşkil eder! Hâsılı, kendini Allah’ın yüklediği misyonun dışında farklı farklı makamlarda gören insan, bana göre İslâmî esasları tam kavrayamamış, psikolojik açıdan da rahatsız biridir.”5)
  • Allah Resûlü’nden Hz. Ömer’e, ondan Ömer b. Abdülaziz’e, ondan da dünya kadar evliya, asfiyâ, ebrâr, mukarrabîn ve çağın devâsâ gönül erlerine kadar, binler-yüzbinler hep aynı çizgide: ‘Büyüklerde büyüklük alâmeti tevazu ve mahviyet, küçüklerde küçüklük emaresi de kibir ve enaniyettir.’ demiş, ilk mevhibelerini yitirmemiş olanlara insan-ı kâmil olma yolunu göstermiş ve hep tevazuu yeğlemişlerdir.”6)
  • “… bazen sahabe-i kiram arasında olduğu gibi, pek çok kâmil insan, en azından kemale namzet bulunan hak yolcuları, ârif-i billâh olsalar, varıp irfan ummanlarına dalsalar, gidip Hakk’a ulaşsalar dahi, ‘üns billâh’ yaşayan Hak erlerinin ufkuna ve bulundukları zirveye muttali olamadıklarından/olmalarına izin verilmediğinden, asfiyâ hatta peygamber vârisi de olsalar, diğerlerini kabul etmeyebilir; kabul etmeden de öte gıybet, tahkir ve tezyife gidebilirler. Böyle bir durum bilhassa Hak yolunda yürüyenler için bazen kaybettiren tehlikeli bir iptilâ ve imtihana da dönüşür. Böyleleri, dillerini tutup kalblerini de ahlâk-ı zemîmeden arındırabildikleri takdirde vilâyet semasının üveyikleri olmaya namzet iken, ya meşreplerinin muhabbetinden ya mesleklerini her nasılsa adâvete bina ettiklerinden ya da Cenâb-ı Hakk’ın başkaları hakkındaki takdirlerini hazmedemeyip kıskançlığa düştüklerinden, belki de mekr-i ilâhîye maruz kaldıklarından, kazanma kuşağında sürekli haybetler ve hüsranlar yaşar ve Hak dostlarına tavır almakla farkına varmadan ehl-i küfür ve ehl-i ilhâdı sevindirirler. Kendilerini büyük ve ehliyetli, karşı tarafı da küçük ve değersiz görmek de böylelerine kaybettiren ayrı bir husustur. Allah’a giden yollar mahlukatın solukları sayısıncadır ve hâlisane O’na yürüyen herkesin de belli ölçüde vuslat yaşaması ve ‘üns billâh’ soluklaması ihtimal dahilindedir. Bu yolda, çalım, iddia değil; tevazu, mahviyet ve hacâlet esastır. Bilinemez, ne pejmürde görünümlü kimseler gidip Hakk’a ulaşmışlardır da, en alımlı-çalımlı ve müşârun bi’l-benân kimseler dökülüp yollarda kalmışlardır.”7)
  • Gönül insanı, kalbî ve ruhî hayata programlı, maddî mânevî bütün kirlerden uzak durmaya kararlı, cismânî ve bedenî isteklere karşı her zaman teyakkuzda; kin, nefret, hırs, haset, bencillik ve şehvet gibi hastalıklarla mücadele azmiyle gerilmiş tam bir tevazu ve mahviyet âbidesidir.”8)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, İmtihanlar Kuşağı (Kırık Testi-18), New Jersey: Süreyya Yayınları, 2021, s. 233.
2)
M. Fethullah Gülen, Sohbet-i Cânan (Kırık Testi-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 140.
3)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 92.
4)
Ahmed ibn Hanbel, El-Müsned, 2/231; En-Nesâî, Es-Sünenü’l-Kübrâ, 4/171.
5)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 49.
6)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 127.
7)
A.g.e. s. 708.
8)
M. Fethullah Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket (Çağ ve Nesil-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 23.
tevazu.txt · Son değiştirilme: 2023/11/26 21:52 Değiştiren: Editör