Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


riza

Rıza

  • Rıza, insanın Allah’tan (celle celâluhu) ve O’nun gönderdiği din-i mübin-i İslâm’dan hoşnut olması, Cenab-ı Hakk’ın her türlü takdirine gönülden boyun eğmesi, maruz kaldığı bela ve musibetleri de itminan ile karşılaması demektir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ‘Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, peygamber olarak da Hazreti Muhammed’den (aleyhissalâtü vesselâm) razı olduk.’ sözleriyle böyle bir rıza ufkuna dikkat çekmiştir.”1)
  • Rızâ; insan kalbinin, başa gelen hadiselerle sarsılmaması, kaderin tecellilerini iç hoşnutluğu ile karşılaması; diğer bir yaklaşımla, başkalarının üzülüp müteessir oldukları, şaşırıp dehşete düştükleri olaylar karşısında gönül mekanizmasının tam bir sükûn ve itminân içinde olmasıdır. Bu konuda diğer bir yorum da şöyledir: Rızâ, Allah’ın kaza, takdir ve muâmelelerinin, nefislerimize bakan yanlarıyla, acılık, sertlik ve anlaşılmazlıklarına katlanıp her şeyi gönül rahatlığıyla karşılamak demektir.
  • Rızâ yolu, başlangıç itibarıyla irâdî olsa da, sevdiklerine Hakk’ın bir mevhibesi olması itibarıyla irade ve ihtiyar üstü ilâhî bir armağandır. Bu bakımdan da o, Kur’ân ve Sünnet’te sabır gibi emredilmemiş, bir mânâda sadece tavsiye olarak hatırlatılmıştır. Vâkıa ‘Belâlara karşı sabretmeyen, kazaya rızâ göstermeyen kendisine başka Rab arasın.’ meâlinde bir hadis var ise de bu söz, hadis kriterleri açısından ma’lûl kabul edilmiştir.
  • Ehlullah'tan bir kesim, rızâyı, tevekkül ve teslimin nihayetinde bir makam olarak görmüş, bazıları da, sâlikin diğer halleri gibi kesbî olmayıp zaman zaman zuhûr eden, zaman zaman da kaybolan bir vârid olarak kabul etmişlerdir. İmam Kuşeyrî'nin de içinde bulunduğu diğer bir kısım kimseler ise onun, başlangıç itibarıyla irâdî ve kulun kesbine bağlı olduğunu, nihayeti itibarıyla da bir tecelli ve halden ibaret bulunduğunu söylemişlerdir.
  • Efendimiz'den şerefsudûr olan: ذَاقَ طَعْمَ اْلإِيمَانِ مَنْ رَضِيَ بِاللهِ رَبًّا وَبِاْلإِسْلاَمِ دِينًا وَبِمُحَمَّدٍ نَبِيًّا ‘Allah'ı Rab, İslâm'ı din, Hz. Muhammed (s.a.s.)’i de nebî kabul edip razı olan, imanın zevk-i mânevîsini tatmış olur.’ hadisi, mebde’ itibarıyla rızânın irâdî ve kulun kesbine bağlı bulunduğuna, nihayetinin de meşîet-i hâssaya ait bir mevhibe olduğuna işaret buyurmaktadır.
  • Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyetine rızâ, O’nu sevmek, O’na karşı saygılı olmak, O’na yönelmek ve beklediklerini de yalnız O'ndan beklemek.. rubûbiyetine rızâ, hakkımızdaki takdir ve tedbirlerini gönül rahatlığıyla karşılamak, başlangıcı acı görülen hadiselerde, o hadise ile gelen şokun atlatılacağı âna kadar sükûtu ihtiyar edip acele karar vermemek.. ve kulları hakkındaki tasarruflarında O’na inanıp O’na güvenmek, dolayısıyla da O’nun yaptığı her şeyden hoşnut olmak şeklinde.. Nebînin elçiliğine rızâ ise, bilâ kayd ü şart O'na teslim olup, O’nun hedy ü hidâyetini kendi hevâ ve hevesinin önünde tutmak, akıl, mantık ve muhâkemesini O’nun emrine vermek ve kendi zekâsını, O’nun ilâhî vahyi kucaklayan engin fetânetinin aynası hâline getirerek, gölgeye değil asla yönelmek mâhiyetinde.. İslâm’dan razı olmak ise, وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ اْلإِسْلاَمِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ ‘Her kim İslâm’ı bırakıp da başka din ararsa, o aslâ kabul olunmaz.’ esasından hareketle, dînin, ferdî, ailevî, içtimâî, idârî hayata hayat yapılması şeklinde özetlenebilir.”2)
  • Rızâ hem dünyada hem de âhirette çok önemli bir huzur kaynağıdır; ama bu, rızâya ermiş olanların bütün bütün ızdırap ve sıkıntılardan kurtulmuş olmaları mânâsına da gelmez. Aksine rızâ yollarında dış yüzleri itibarıyla dünya kadar sevimsiz ve ürperten şeyler vardır. Ne var ki, rızâ kahramanları, o yolda karşılaştıkları zahmetleri ayn-ı rahmet kabul eder.. içtikleri zehirleri tiryâka çevirir.. maruz kaldıkları meşakkatleri de Sevgiliyle alış-veriş ve muâşaka sayarlar.”3)
  • Rıza, Hak katında en büyük bir mertebedir ve onun en seviyelisi de en büyüklerin ortak vasfıdır. Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’dan diğer peygamberlere, onlardan da diğer bütün asfiyâ ve evliyâya uzanan çizgide, ihlâs, yakîn, tevekkül, teslimiyet ve tefvîzde finale kalmış devâsâ kametlerin, ulaşabilmek için soluk soluğa yarış yaptıkları mübarek bir hedeftir. Bu hedefe ulaşma uğrunda nelere katlanılmış ne tahammülfersâ şeyler göğüslenmiş ve ne kandan irinden deryalar geçilmiştir.”4)
  • “… sırr-ı ihlas ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi; korkulara hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-yı istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile rıza-yı ilâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde, kardeşleri adedince ruhları olduğundan biri ölse, ‘Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar; zira o ruhlar her vakit sevabları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden ben ölmüyorum.’ diyerek ölümü gülerek karşılar. ‘Ve o ruhlar vasıtasıyla sevab cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum.’ der, rahatla yatar.”5)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız (Kırık Testi-14), İstanbul: Nil Yayınları, 2015, s. 25.
2)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 153–154.
3)
A.g.e. s. 155.
4)
A.g.e. s. 162.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 202.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 224.
riza.txt · Son değiştirilme: 2024/11/11 11:13 Değiştiren: Editör