Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


ilham

İlham

  • Feyz yoluyla kalbe bırakılan şeydir. Denildi ki: İlham; kalbe doğan bilgidir, ki âyet veya aklî bir delil ile istidlal etmeksizin amel etmeye çağırır. Bu (yani ilham ile elde edilen bilgi), âlimlere göre hüccet değildir. Ancak sofller tarafından hüccet sayılmıştır. (İlham ile i’lam arasındaki farka gelince; ilham, i’lamdan daha özeldir. Çünkü i’lam (yani bildirmek) bazen kesb yoluyla olur, bazen de tenbih yoluyla olur.)”1)
  • “İnsanı hayvanlardan ayıran şey, onun şuuru, basireti, sonra da ilham ve hikmete mazhariyetidir. Bu hasselerden mahrum bulunanlar, şekilleri ne olursa olsun, olmaları gerekli olan son noktaya ulaşamamış sayılırlar.”2)
  • “Sır erbabı, kendi ufuklarına akıp gelen varidatı, hafî seçkinleri kendi kemalât arşiyelerine sunulan mevhibeleri, ahfâ kahramanları da kendi atmosferlerine boşalan ilham sağanaklarını alır, değerlendirir, açılmasına mezun bulunduklarını ehil olanlara açar, diğerlerini ise bir namus hassasiyetiyle korur ve ehil olmayanlara sır vermezler.”3)
  • İnsan duyularıyla elde edilen veya Allah’ın (celle celâluhu) vahiy ve ilham yoluyla bildirdiği bilgi ki zaman zaman onun herhangi bir tezahürünü ifade sadedinde: Gerçeğe, vâkıa uygun bilgi veya bir şeyi olduğu gibi kavrama mânâlarına da hamledilmiştir. Aynı zamanda ilim, kesin olsun olmasın, tasavvur veya hüküm olarak, mutlak mânâda idrak etme, düşünme ve anlama mânâlarına da gelir. Hatta çok defa, ilim sözcüğüyle mârifet mânâsını kasdettiğimiz de olur.”4)
  • Halvette esas olan, ruhun tasfiyesi, nefsin tezkiyesi ve vicdan sisteminin bütünüyle Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ederek O’nun maiyyetine ermesidir. Böyle bir teveccüh ve maiyyete erme neticesinde hak yolcusunun bir kısım vâridlerle desteklenmesi, ilham esintilerine mazhariyeti, hatta ‘bî kem u keyf’ Hak’la söyleşmesi –ki, erbabı ona ‘necvâ’ der– gibi hususlar, tamamen onun cehdine ve samimiyetine lütfedilen birer mevhibe-i ilâhiyedir; gaye değildirler, istenilmeleri de sû-i edebdir. Dahası, amelin onlara bina edilmesi, apaçık hedeften sapma ve kazanma kuşağında kaybetme demektir. Kâmil ruhlar bu kabîl şeylerin talepsiz gelenlerinden bile ürkmüş, istidraç olabileceği endişesiyle sarsılmış ve bu tür mazhariyetleri ahiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yiyip bitirme sayarak: ‘Allahım, Sen o vâridâtı arzu edenlere ver; / Bana sadece dîdârına giden yolları göster.’ demiş ve sürekli O’na tahsis-i nazar etme üzerinde durmuşlardır.”5)
  • “Onların, Yüce Yaratıcı’nın lütuflarına açık duyguları, emme-basma tulumbaları gibi her zaman onların ruhlarına itminan ve huzur pompalar. Yer yer hâdiseler, gönül diliyle, onlara hayatın mûsıkîsini duyurmak için bir mızrap gibi onların ses veren tellerine dokunur; dokunur ve onlara çok az kimseye nasip olmuş çocuk neşesi tadında ve âşık bir kalb gibi dolgun ne zevkler, ne lezzetler ilham eder!”6)
  • “… Hazreti Ali’nin (radıyallâhu anh) maneviyata açık, ilhamları coşkun, vilâyet silsilesinin pederi konumundaki hususiyetleri göz önünde bulundurulduğunda, bu türden beyanlar birer ilham eseri olarak onun tarafından söylenmiş olabilir. İsimsiz müsemmanın, isimli müsemma hâline geldiği ve terminolojinin oturduğu dönemde bazı kişiler, söyledikleri güzel sözleri ona nispet etmiş olabileceği gibi, ondan gelen bazı sözleri kendi dönemlerinin mazmun ve mefhumlarıyla zenginleştirerek ifade etmiş olmaları da muhtemeldir.”7)
  • “Demek şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyât-ı beşeriye ve kemâlât-ı medeniyet, celb ile değil.. galebe ile değil.. cidâl ile değil belki ona onun zaafı için teshir edilmiş.. onun aczi için ona muavenet edilmiş.. onun fakrı için ona ihsan edilmiş onun cehli için ona ilham edilmiş.. onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş.. ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil; belki şefkat ve re’fet-i rabbaniye ve rahmet ve hikmet-i ilâhiyedir ki, eşyayı ona teshir etmiştir.”8)
  • “Kalb ile vicdan, mahall-i îmân. Hads ile ilham, delîl-i îmân. / Bir hiss-i sâdis; tarîk-ı îmân… Fikr ile dimağ, bekçi-i îmân.”9)
  • “Rüya-yı sâdıka, hiss-i kable’l-vukuun fazla inkişafıdır. Hiss-i kable’l-vuku ise herkeste cüz’î-küllî vardır.. hatta hayvanlarda dahi vardır. Hatta bir zaman ben, bu hiss-i kable’l-vukuu –zâhirî ve bâtınî meşhur duygulara ilâve olarak– insanda ve hayvanda ‘sâika’ ve ‘şâika’ nâmıyla –aynı sâmia ve bâsıra gibi– iki hiss-i âheri ilmen bulmuştum. Ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe, o gayr-i meş’ur hislere hata ederek, ahmakçasına ‘sevk-i tabiî’ diyorlar. Hâşâ, sevk-i tabiî değil, belki bir nevi ilham-ı fıtrî olarak insan ve hayvanı kader-i ilâhî sevk ediyor. Meselâ, kedi gibi bazı hayvan, gözü kör olduğu vakit, o sevk-i kaderî ile gider, gözüne ilâç olan bir otu bulur, gözüne sürer, iyi olur.
  • Hem rûy-u zeminin sıhhiye memurları hükmünde ve bedevî hayvanâtın cenazelerini kaldırmakla muvazzaf kartal gibi âkilü’l-lâhm kuşlara, bir günlük mesafeden bir hayvan cenazesinin vücudu, o sevk-i kaderî ile ve o hiss-i kable’l-vuku ilhamıyla ve o sâika-yı ilâhî ile bildirilir ve bulurlar.
  • Hem yeni dünyaya gelmiş bir arı yavrusu, yaşı bir gün iken, havada bir günlük mesafeye gider, havada izini kaybetmeyerek o sevk-i kaderî ile ve o sâika ilhamıyla döner, yuvasına girer.”10)
  • “Gayet kuvvetli bir tezahüratla vahiylerin hakikati, âlem -i gaybın her tarafında, her zamanda hükmediyor. Kâinatın ve mahlûkatın şehâdetlerinden çok kuvvetli bir şehâdet, vücûd ve tevhid, Allâmü’l-guyûb’dan vahiy ve ilham hakikatleriyle geliyor. Kendini ve vücûd ve vahdetini, yalnız masnûlarının şehâdetlerine bırakmıyor. Kendisi, kendine lâyık bir kelâm-ı ezelî ile konuşuyor. Her yerde, ilim ve kudretiyle hâzır ve nâzırın kelâmı dahi hadsizdir. Ve kelâmının manası O’nu bildirdiği gibi, tekellümü dahi O’nu, sıfâtıyla bildiriyor.”11)
  • “Sâdık ilhamlar, gerçi bir cihette vahye benzerler ve bir nevi mükâleme-i rabbâniyedir, fakat iki fark vardır:
  • Birincisi: İlhamdan çok yüksek olan vahyin, ekseri melâike vasıtasıyla ve ilhamın, ekseri vasıtasız olmasıdır…
  • İkinci Fark: Vahiy gölgesizdir, sâfidir, havassa hastır. İlham ise gölgelidir, renkler karışır, umumidir; melâike ilhamları ve insan ilhamları ve hayvanât ilhamları gibi çeşit çeşit, hem pek çok envâlarıyla denizlerin katreleri kadar kelimât-ı rabbâniyenin teksirine medar bir zemin teşkil ediyor.”12)
  • Akıl tatil-i eşgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sâni’i unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de; O’nu görür, O’nu düşünür, O’na müteveccihtir. Hads ki şimşek gibi sürat-i intikaldir, daima onu tahrik eder. Hadsin muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelânın muzaafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı ilâhî, onu daima mârifet-i Zülcelâl’e sevk eder. Şu fıtrattaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i cazibedarın cezbiyledir.”13)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Ali ibn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcani, Tarifat: Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, tercüme ve şerh: Arif Erkan, İstanbul: Bahar Yayınları, 1997, s. 28.
2)
M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 78.
3)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 56.
4)
A.g.e. s. 232.
5)
A.g.e. s. 491.
6)
M. Fethullah Gülen, Işığın Göründüğü Ufuk (Çağ ve Nesil-7), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 186.
7)
M. Fethullah Gülen, İstikamet Çizgisi (Kırık Testi-17), New Jersey: Süreyya Yayınları, 2020, s. 202.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 349.
9)
A.g.e. s. 799.
10)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 393.
11)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 113.
12)
A.g.e. s. 114.
13)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 236.
ilham.txt · Son değiştirilme: 2024/03/13 18:05 Değiştiren: Editör