Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


hasir

Haşir

  • “Hiç mümkün müdür ki; ölmüş, kurumuş koca arzı ihya eden ve o ihya içinde her biri beşer haşri gibi acîb, üç yüz binden ziyâde envâ-ı mahlûkatı haşr ve neşredip kudretini gösteren ve o haşir ve neşir içinde nihâyet derecede karışık ve ihtilât içinde, nihâyet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihata-yı ilmiyesini gösteren ve bütün semâvî fermanlarıyla beşerin haşrini vaadetmekle, bütün ibâdının enzârını saadet-i ebediyeye çeviren ve bütün mevcudâtı baş-başa, omuz-omuza, el-ele verdirip, emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla azamet-i rubûbiyetini gösteren ve beşeri, şecere-i kâinatın en câmî ve en nâzik ve en nâzenîn, en nâzdar, en niyâzdar bir meyvesi yaratıp, kendine muhatap ittihaz ederek her şeyi ona musahhar kılmakla, insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm kıyâmeti getirmesin!”1)
  • Haşir meselesi öyle râsih bir hakikattir ki, küre-i arzı yerinden kaldıracak, kırıp atacak bir kuvvet o hakikati sarsamaz. Zîrâ o hakikati, Cenâb-ı Hak bütün esmâ ve sıfâtının iktizâsı ile tesbit ediyor ve Resûl-i Ekrem’i bütün mucizât ve berâhiniyle tasdik ediyor ve Kur’ân-ı Hakîm bütün hakâik ve âyâtıyla onu isbat ediyor ve şu kâinat bütün âyât-ı tekvîniye ve şuûnât-ı hakimânesi ile şehâdet ediyor.
  • Acaba hiç mümkün müdür ki; Haşir meselesinde Vâcibü’l-vücûd ile bütün mevcudat –kâfirler müstesna olarak– ittifak etmiş olsun; kıl kadar kuvveti olmayan şüpheler, şeytanî vesveseler, o dağ gibi hakikat-i râsiha-yı âliyeyi sarssın, yerinden kaldırsın! Hâşâ ve kellâ!”2)
  • “… Kur’ân-ı Hakîm haşri isbat için yedi-sekiz sûrette, muhtelif bir tarzda isbat ediyor. Evvelâ; neş’et-i ûlâyı nazara verir, der ki: ‘Nutfeden alakaya, alakadan mudğaya, mudğadan tâ hilkat-i insâniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz… Nasıl oluyor ki; neş’et-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O, onun misli; belki daha ehvenidir.’”3)
  • “Madem fünûnun ittifâkıyla ve ulûmun şehâdetiyle, hilkat şeceresinin en mükemmel meyvesi insandır. Ve mahlûkat içinde en ehemmiyetli insandır. Ve mevcûdât içinde en kıymettar insandır. Ve insanın bir ferdi, sâir hayvanâtın bir nev’i hükmündedir. Elbette, kat’î bir hads ile hükmedilir ki, haşir ve neşr-i ekber de beşerin her bir ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir.”4)
  • “Mahlukatı icad eden zatın kudretine nisbeten; cennetler baharlar kadar, baharlar bahçeler kadar, bahçeler çiçekler kadar kolay gelir. مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ sırrıyla, nev-i beşerin haşir ve neşri, bir tek nefsin imate ve ihyası gibi suhuletlidir. اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَاهُمْ جَمٖيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ tasrihiyle, bütün insanları haşirde ihya etmek; istirahat için dağılan bir orduyu bir boru sesiyle toplamak kadar kolaydır.”5)
  • Haşir meselesi öyle bir hakikattir ki celâliyle, cemâliyle, esmâsıyla Hâlık-ı Zîşan, bütün kütüb-ü semâviye ile enbiyâ ve evliya ve asfiyanın icmalarını tazammun eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan1 ve Fahr-i Kâinat Hazreti Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm) –ekmelü’l-halk ve eşrefü’l-insan– haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi şu kâinat dahi, bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve îcadına şehâdet ediyor. Hatta her bir cüzün, cüz’î olsun küllî olsun, cüz olsun küll olsun, iki vechi vardır. Bir vecihle Hâlık’a bakar, vahdaniyete delâlet eder. Diğer vecihle de âhirete nâzırdır ki haşrin, âhiretin vücudlarını ister.”6)
  • “Madem benîâdem kâinatın semeresidir. Nasıl ki bir harmanda başaklar döğülür; tasfiye neticesinde semereler istibka ve iddihar edilir. Binâenaleyh haşir meydanı da bir harmandır. Kâinatın başak ve semeresi olan beniâdemi intizar etmektedir.”7)
  • “Kur’ân’ın takip ettiği makasıd-ı esasiye ve anâsır-ı asliye, ubûdiyet ile tevhid, risalet, haşir, adalet olmak üzere dörttür. Diğer bahsettiği meseleler ancak bu maksatlara vesilelerdir.”8)
  • “… kıyametle saadet-i ebediyenin geleceğine en büyük delil, rahmettir. Evet, rahmetin rahmet olması ve nimetin nimet olması, ancak ve ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır. Evet, saadet-i ebediye olmasa, en büyük nimetlerden sayılan aklın, insanın kafasında yılan vazifesini görmekten başka bir işi kalmaz. Kezâlik, en latîf nimetlerden sayılan şefkat ve muhabbet, ebedî bir ayrılık düşüncesiyle, en büyük elemler sırasına geçerler.”9)
  • “Beşerin büyük bir kısmını hastalar, mazlumlar ve musibetzedeler teşkil eder. Haşir akidesinin bunların ruhunda da büyük tesiri vardır. Hasta, her an kendisine yaklaşan ölüm ve koşarak gittiği kabir karşısında ümidi, sadece o kabri öbür âleme açılan bir hol görmede bulur. Şayet kabri saadete götüren bir yol ve ebediyete ulaştıran bir vasıta hâlinde görmüyorsa hasta hiçbir zaman mesut olamayacaktır.”10)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 85.
2)
A.g.e. s. 94.
3)
A.g.e. s. 123.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 143.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 284.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 42.
7)
A.g.e. s. 106.
8)
A.g.e. s. 217.
9)
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 17.
10)
M. Fethullah Gülen, Ölüm Ötesi Hayat, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 21.
hasir.txt · Son değiştirilme: 2024/03/19 12:00 Değiştiren: Editör