Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


heves

Heves

  • “Enes bin Malik hazretleri Rasulüllah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: ‘Üç şey vardır insanı helake sürükler; üç şey de vardır ki insan için vesîle-i necattır. İnsanın helakine sebep olan üç şeyden ilki artık karakter haline gelmiş cimrilik, ikincisi hep peşinde koşulan heva ve heves, üçüncüsü de kişinin kendini beğenmesidir. Bir kimsenin kurtulmasına vesile olabilecek üç şeyden birincisi gizli-açık her hâlükârda Allah mehâbet ve mehâfeti içinde bulunmak, ikincisi fakirlikte de zenginlikte de ifrat ve tefritlere düşmeyip istikamet içinde olmak, sonuncusu da gazap anında da hoşnutluk anında da adaletten ayrılmamaktır.’”1)
  • “Ebu’l-Kasım Cüneyd şöyle demiştir: ‘İhlas Allah Teâlâ ile kul arasında bir sırdır. Melek bilmediği için yazamaz, şeytan bilemediği için ifsat edemez, hevâ ve heves de farkına varamadığı için saptıramaz.”2)
  • “… medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-yı istinadı ‘kuvvet’ kabul eder. Hedefi ‘menfaat’ bilir. Düstur-u hayatı ‘cidâl’ tanır. Cemaatlerin râbıtasını ‘unsuriyet ve menfî milliyet’ bilir. Gayesi, hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı lehviyâttır. Hâlbuki kuvvetin şe’ni, tecâvüzdür.. menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır.. düstur-u cidâlin şe’ni, çarpışmaktır.. unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecâvüzdür. İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi sûrî saadet verip seksenini rahatsızlığa, sefâlete atmıştır.”3)
  • “Lâkin saadet odur: Külle ola saadet. Lâakall ekseriyete olsa medâr-ı necât. Nev-i beşere rahmet nâzil olan şu Kur’ân, ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet. Umuma, ya eksere verirse bir saadet. Şimdiki tarz-ı hazır, heves serbest olmuştur, hevâ da hür olmuştur, hayvanî bir hürriyet.”4)
  • “Demek heves, hevâ, eğlence, sefâhetten memzuç olan şâşaa-yı medenî, bu dalâletten gelen şu müdhiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehir-baz.”5)
  • “Bir zaman, evliya-i azîmeden, hem de nefs-i emmâreden kurtulanlardan bazı zevâtın, şiddetli mücahede-i nefsiye ve nefs-i emmâreden şekvâlarını gördüm. Çok hayret ettim. Hayli zaman sonra, nefs-i emmârenin kendi desâisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden heves, damar, âsab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmârenin son tahassungâhı bulunan, bulunup nefs-i emmâreyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren bir mânevî nefs-i emmâreyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zatlar, hakiki nefs-i emmâreden değil, belki mecazi bir nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbânî dahi bu mecazi nefs-i emmâreden haber veriyor.”6)
  • Aşk, mekânda mekânsızlığın, zamanda zamansızlığın en doğru şahididir. O, gökler ötesinden insanın kalbine salınmış ateşten bir zincir, bu zincirle bend olmuş kimseler de, aşkın azat kabul etmez bendeleridir. Yansalar da, o zincirle bend olmuş olarak yanarlar ve öleceklerinde de yine aşk oltasında ölmeyi düşlerler. Onlar, aşksız yaşamayı ömürden saymaz; aşksız geçen günleri de, hevâ ve heves rüzgârlarıyla savrulan hazan yaprakları gibi görürler.”7)
  • “Bizde gevezelik ve ukalalık çok fazla! İş konuşmaya geldiğinde eşimizi dengimizi göstermek çok zor. Demagojiyle ikna edemeyeceğimiz insan yok. Fakat çoğu defa kendimizi anlatıyoruz. Sahabe bizim bu halimizi görseydi, ‘Allah Allah! Bu insanlar ne konuşuyorlar böyle! Bu meseleleri bu kadar uzatmanın ne lüzumu var! Allah bes, baki heves!’ der ve halimize şaşırırlardı. İlle de onlarla kendimizi mukayese edeceksek şöyle diyebiliriz; bir tarafta tabanın tali’siz insanları, diğer yanda tavanın mümtaz sîmâları.”8)
  • “Benlik uğrunda, hevâ ve heves peşinde ömür tüketen kabiliyetli insanları görünce insan bir ‘keşke’ çekmekten kendini alamıyor: Keşke kapasitesi yüksek, aklı farklı meselelere eren, problem çözme yeteneği olan, cesur ve atılgan insanlar, bu güç ve potansiyellerini kendilerini ispat etmeye, şuna buna itiraz etmeye kullanacaklarına din-i mübin-i İslâm’ı i’lâ etme, milli kültürümüzü anlatma yolunda kullansalardı. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bahşettiği kabiliyetleri, içinde bulunduğu heyetle uyumlu hâlde, yüce bir mefkûre istikametinde kullanabilen cins dimağlar pek çok yararlı iş ve faaliyete vesile olabilirler.”9)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Mecmaü’z-Zevâid, 1/90; Müsnedü’ş-Şihab,1/214; Feyzü’l-Kadîr, 3/307.
2)
Zafer Erginli, Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kalem Yayınevi, 2006, s. 425.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 440.
4)
A.g.e. s. 777.
5)
A.g.e. s. 813.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 199.
7)
M. Fethullah Gülen, Beyan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 59.
8)
M. Fethullah Gülen, “İman ve Izdırap”, Herkul, 25 Temmuz 2021.
9)
M. Fethullah Gülen, Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız (Kırık Testi-14), İstanbul: Nil Yayınları, 2015, s. 238.
heves.txt · Son değiştirilme: 2024/04/08 19:26 Değiştiren: Editör