Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


zekat

Zekât

  • İbadetler, toplum içindeki farklılaşmayı asgarî seviyeye indirir ve insanlığın, öteden beri rüyâlarını görüp durduğu müsavatı gerçekleştirir. Namaz, oruç, hac, böyle bir fonksiyonu eda ettikleri gibi zekâtın da bu konuda değerler-üstü değer ifade eden bir yeri vardır. Evet, zekât, zengin ile fakir arasındaki farklılaşmayı asgarî seviyeye indiren dinamik bir formüldür. Fakirden zengine karşı takınılması muhtemel kin, nefret, kıskançlık gibi tavırlar, ancak zekât formülüyle regüle edilirken, zenginin kibir ve gurur gibi sevimsiz duygulara kapılarak fakir üstünde sulta kurması da yine ancak zekâtla önlenebilir ve böylece toplumda sulh ve sükûn temin edilmiş olur.”1)
  • “Cömertlik, Allah’ın ‘Cevâd’ ismiyle rezonansa geçmenin adıdır. İnsan, yaptığı işlerde ne ölçüde esma-i ilâhî ile münasebet halinde ise, neticesinde elde ettiği faydalar aynı nisbette olacaktır. Bir hadîslerinde Allah Rasûlü (sav), şöyle buyurmaktadır: ‘Allah Cevad’dır; cömertliği sever ve güzel ahlâkı sevmesine mukabil çirkin huyları kerih görür.’ Vermek Allah ahlâkıdır. Allah ahlâkıyla ahlâklanmak ise, her zaman ve her yerde, ayağın sağlam bir zemine basması demektir. Demek ki zekât, fakiri zenginin yanına yaklaştırdığı gibi, zengini de Ganiy-yi Mutlak olan Allah’a yaklaştırmakta ve kul ile Rabb arasında ciddi münasebet temin etmektedir.”2)
  • “Hem dünya hem de ukbâ adına, Allah’ın rahmetini celbedecek önemli hususlardan birisi de zekâttır ve zekâtın gerçekleştiği ortamda, insanların yanında diğer mahlûkat bile ilâhî rahmetten istifade eder. Meselenin diğer bir yönü de, zekât verilmeyen toplumlarda şayet diğer canlılar olmasaydı, insanlar, ilâhî rahmetin tezahürü olan yağmurdan bile mahrum kalırlardı.”3)
  • “Yoksulun elinden tutmak, maddî-manevî zayıf olanlara yardımda bulunmak, köleyi memnun etmek ve anne-babaya infak gibi maddeye dayalı fiillerin, Allah’ın rahmetine vesile olduğunu İnsanlığın İftihar Tablosu’ndan da öğreniyoruz: ‘Şu dört özelliği kendisinde toplayana, Allah rahmetini neşreder ve onu cennetine koyar: Yoksulu koruyan, zayıfa yardım eden, köleye yumuşak davranan ve anne-babasına infak eden.’ Aynı zamanda zekât, bela ve musibetlere karşı bir siper konumundadır ki, bu da Rahmet-i İlahî’nin tecellisidir. Zekât farizasının yerine getirilmediği durumlarda, Allah’ın rahmetinin de kesileceğini, yine Allah Rasûlü (sav) bildirmektedir: ‘Mallarının zekatını vermeyen topluluğa semadan rahmet kapıları kapanır, yağmurdan mahrum kalırlar. Şayet hayvanlar da olmasa, onlar yağmurdan nasip alamazlar.’”4)
  • “Her gün iki melek inerek, onlardan biri: ‘Allah’ım, infak edenin (malını bereketlendirmek suretiyle) arkasını getir!’ diye dua ederken, diğeri de, ‘Malı tutup cimrilik edenin malını telef et!’ diye bedduada bulunur.”5)
  • Zekâtı verilen mal zâhiren eksiliyor gibi görülse de, Allah’ın bereketine mazhariyetle devamlı artmaktadır. Zira bütün kevn ü mekân elinde olan Allah, malının zekâtını veren insana malını artırma yollarını ilham etmektedir ki, bu hükmü aydınlatan pek çok müşahhas misal bulmak mümkündür. Kalbler Allah’ın elindedir. O, istediği ve hikmeti iktiza ettiği zaman, kalbleri, emrini yerine getirip zekâtını veren kimselere doğru yöneltir ve o insanın ticaretinde ciddi canlanmalar görülür. Bu, Allah’ın, zekâtı verilen mala bahşettiği bereketten başka bir şey değildir.”6)
  • “İnsanlığın yaratılışından gaye, insan-ı kâmil olmaktır. ‘Ben insanları ve cinleri ancak Bana ibadet etsinler diye yarattım.’ (Zâriyât, 51/56) âyet-i kerimesinde, yaratılışın esas gayesi anlatılırken ‘ibadet’ kelimesinin kullanılması mânidardır. İbadet deyince bizim ilk aklımıza gelen namaz, oruç, zekât, hac nevinden yaptığımız ameller olur. Oysa kelimenin iştikakından istifadeyle yapılacak bir tahkikle meseleye daha farklı yaklaşıldığında görülür ki, ibadet, Allah yolunda duyulan, hissedilen, yaşanan ve yapılan şeylerin insan hayatı ve insan tabiatıyla bütünleşmesi ve yaşanan bu yolun şehrah hâline gelmesi demektir.”7)
  • İbadet ü taatin kabulüne gelince; ibadet her mü’min için bir vazifedir. Namaz kendi şartları içinde kılınırsa Allah kabul buyurur. Ancak hemen şunu da ifade etmeliyim ki, din bir bütündür. Mesela, bir camiyi düşünecek olursak cami, duvarları, kubbeleri, direkleri, sütunları ve tavanıyla bir bütündür. İşte din de böyle bir bütündür. Şayet namaz, bu organizmanın parçalarından birisi ise, ki öyledir, zekât da onun ayrı bir parçasıdır. Nitekim Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) namaz için ‘dinin direğidir’ buyurur. O zaman dini bir bina olarak düşünecek olursak namaz o binanın direği hükmündedir. (Vâkıa, bu hadis tenkit edilebilir. Ancak hadisin hasen derecede olduğunu söyleyenler de vardır.) Şimdi, dinin rükünlerinden herhangi birisini yapan bir kimse, din binasının bir rüknünü ikâme etmiş olur. Mesela, namaz kılan direği dikmiş, oruç tutan ise duvarları yapmış demektir. Şayet konu-komşuyu rahatsız etmeme, din binasının zemini ise böyle yapılmadığı takdirde bir esas muallâkta kalmış sayılır. Yahut bir kimsenin çevresini rahatsız etmemesi din binasının tavanı hükmünde ise çevre rahatsız edildiği zaman da kişi binanın içindeki şeyleri çürümeye terk etmiş demektir. Binaenaleyh insan ibadet ü taat yaparsa sevap, menhiyat irtikâp ederse günah kazanır. Menhiyat irtikâp etmeyip ibadet ü taat yaparsa tamamiyetle her şeyi çürümeden korumuş olur. Buraya kadar söylenenler konunun bir yanını teşkil etmektedir.”8)
  • “İnsan oruç tutarken, zekât verirken, hatta hac vazifesini eda ederken dahi tahakkuk ettiremediği miracını namazda gerçekleştirir.”9)
  • Zekâttacebrî bir lütuf, tatlı bir zorlama da söz konusudur. Zekât sorumlusu olarak elinde âtıl altın, gümüş vs. bulunan bir insan bilir ki, eğer çalışıp servetini nemalandırmazsa, her sene vereceği zekâtla elindeki sermayesi bir müddet sonra nisap miktarının altına düşecek ve o fakirleşecektir.”10)
  • Zekât ile sadakanın lâyık oldukları mevkilerini bulmak için birkaç şart vardır:
  • 1. Sadakayı vermekte israf olmaması.
  • 2. Başkasından alıp başkasına vermek suretiyle halkın malından olmayıp kendi malından olması.
  • 3. Minnetle in’âmın bozulmaması.
  • 4. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terk edilmemesi.
  • 5. Sadakanın yalnız mala ve paraya münhasır olmadığı bilinmesiyle, ilim, fikir, kuvvet, amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara sadakanın verilmesi.
  • 6. Sadakayı alan adam, o sadakayı sefahette değil, hâcât-ı zaruriyesinde sarf etmesi lâzımdır.”11)
  • “Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında muvasalayı temin eden zekât ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekât ile hurmet-i ribaya müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir, sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilâl sadâları, haset bağırtıları, kin ve nefret vâveylâları yükselir. Kezalik, yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.”12)
  • “Ey ehl-i kerem ve vicdan! Ve ey ehl-i sehâvet ve ihsan! İhsanlar zekât namına olmazsa, üç zararı var. Bazan da faidesiz gider. Çünkü, Allah namına vermediğin için, mânen minnet ediyorsun, biçare fakiri minnet esareti altında bırakıyorsun. Hem makbul olan duasından mahrum kalıyorsun. Hem hakikaten Cenâb-ı Hakkın malını ibâdına vermek için bir tevziat memuru olduğun halde, kendini sahib-i mal zannedip bir küfrân-ı nimet ediyorsun. Eğer zekât namına versen, Cenâb-ı Hak namına verdiğin için bir sevap kazanıyorsun, bir şükrân-ı nimet gösteriyorsun. O muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeye mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin hakkında makbul olur. Evet, zekât kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan, yahut sair suretlerde verip riyâ ve şöhret gibi, minnet ve tezlil gibi zararları kazanmak nerede? Zekât namına o iyilikleri yapıp, hem farzı edâ etmek, hem sevabı, hem ihlâsı, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?”13)

Ayrıca Bakınız

İlave Okuma

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 53.
2)
A.g.e. s. 55.
3) , 4)
A.g.e. s. 122.
5)
Buhârî, zekât 27; Müslim, zekât 57.
6)
A.g.e. s. 137.
7)
M. Fethullah Gülen, Prizma-3, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 181.
8)
M. Fethullah Gülen, Kendi Ruhumuzu Ararken (Prizma-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 130–131.
9)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 128.
10)
M. Fethullah Gülen, Enginliğiyle Bizim Dünyamız: İktisadî Mülâhazalar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 307.
11)
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 73.
12)
A.g.e. s. 74.
13)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 389.
zekat.txt · Son değiştirilme: 2024/04/29 10:55 Değiştiren: Editör