Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


huviyet

Hüviyet

  • “… bu fena ve zevâl herc ü mercinde beka için pek çok aynalar var ki, Kadîr-i Hakîm, zâillerin hüviyetlerini onlarda tersim edip ibka ediyor. Hem beka için pek çok levhalar var ki, Hafîz-i Alîm fânilerin mânâlarını onlarda yazıyor.”1)
  • “Hiç hatırına gelmesin ki; şu hilkatte cârî olan nâmuslar, kanunlar kâinatın hayattar olmasına kâfi gelir. Çünkü; o cereyan eden nâmuslar, şu hükmeden kanunlar, itibarî emirlerdir, vehmî düsturlardır; ademî sayılır. Onları temsil edecek, onları gösterecek, onların dizginlerini ellerinde tutacak melâike denilen ibâdullah olmazsa o nâmuslara, o kanunlara bir vücûd taayyün edemez, bir hüviyet teşahhus edemez, bir hakikat-i hariciye olamaz. Hâlbuki: ‘Hayat, bir hakikat-i hariciyedir. Vehmî bir emr, hakikat-i hariciyeyi yüklenemez.’”2)
  • “Aynada temessül, münkasım dört sûrete: Ya yalnız hüviyet; ya beraber hâsiyet; ya hüviyet hem şu’le-i mahiyet; ya mahiyet, hüviyet.”3)
  • “Ey insan! Senin kalbin ve hüviyet ve mâhiyetin, bir aynadır. Senin fıtratında ve kalbinde bulunan şedid bir muhabbet-i bekâ, o ayna için değil ve o kalbin ve mâhiyetin için değil. Belki o aynada istidâda göre cilvesi bulunan Bâkî-i Zülcelâl’in cilvesine karşı muhabbetindir ki, belâhet yüzünden o muhabbetin yüzü başka yere dönmüş. Madem öyledir, يَابَاقِى أَنْتَ الْبَاقِى de. Yani, madem Sen varsın ve bâkîsin; fenâ ve adem ne isterse bize yapsın, ehemmiyeti yok!”4)
  • “Her mümin gibi benim hüviyet-i şahsiyemi ve mâhiyet-i insâniyemi anlamak isteyenler ve benim gibi olmak arzu edenler حَسْبُنَا’daki نَا cemiyetinde bulunan ‘ene’nin, yani nefsimin tefsirine baksınlar. Ehemmiyetsiz, hakir ve fakir görünen vücudum –her müminin vücudu gibi– ne imiş, hayat ne imiş, insâniyet ne imiş, İslâmiyet ne imiş, îmân-ı tahkikî ne imiş, mârifetullah ne imiş, muhabbet nasıl olacakmış? Anlasınlar, dersini alsınlar!”5)
  • “… her bir zîhayatın zâhirî bir vücudunun zevâliyle; (Yirmi Dördüncü Mektup’ta izah edildiği gibi) rûhu, mâhiyeti, hüviyeti, sûreti ve misâlî vücudları ve ilmî ve gaybî mevcudiyetleri ve cesed-i necmî si ve gılaf-ı ruhu gibi kendinden alınmış pek çok vücudlarını arkasında bırakıp ve yerinde vazife başına geçiren faaliyet-i daime ve hallâkıyet-i rabbâniyeden neşet eden maânî-i kudsiyenin ve rubûbiyet-i ilâhiyenin ne kadar ehemmiyetli oldukları anlaşılır.”6)
  • “Madem o esmâ bâkidirler ve cilveleri dâimîdir; elbette nakışları teceddüt eder, tazelenir, güzelleşir. Ademe ve fenâya gitmiyor; belki, yalnız itibarî taayyünleri değişir. Ve medar-ı hüsün ve cemâl ve mazhar-ı feyiz ve kemâl olan hakikatleri ve mahiyetleri ve hüviyet-i misaliyeleri bâkidirler.”7)
  • “Birbirinden eşeff ve eltaf, kudretin çok aynaları vardır; sudan havaya, havadan esîre, esîrden âlem-i misale, âlem-i misalden âlem-i ervaha, hatta zamana, fikre tenevvü ediyor. Hava aynasında bir kelime, milyonlar kelimât olur. Kalem-i kudret, şu sırr-ı tenasülü pek acîb istinsah ediyor. İn’ikas, ya hüviyeti veya hüviyetle mahiyeti tutar. Kesifin timsalleri, birer meyyit-i müteharriktir. Bir ruh-u nurâninin kendi aynalarında olan timsalleri, birer hayy-ı murtabıttır; aynı olmasa da, gayrı da değildir.”8)
  • Sofîler, âlem-i misâl alanını biraz daha açarak şu mütalâada bulunurlar: Âlem-i misâl, dünya-ahiret arası mutavassıt bir mekân, taayyün-ü sânî (ayrı bir yazı konusu), nüfûs-u nâtıka, ervâh-ı kudsiye-i mücerrede (ruhların cisimlerle münasebete geçmeden önceki latîf hâl ve keyfiyetleri) madde-mânâ arası berzah âlemi vs.. bu mütalâalara göre misâl âlemi, mânâ ve mahiyetlerin belli bir taayyünle yeni bir hüviyet ve yeni bir keyfiyete ulaşmak için geçtikleri berzahî bir köprü, fizik ve metafizik dünya arasında sırlı bir koridor, birbirinden farklı iki buud ortasında bulunan hâil ve perde, mücerred hakikatlerle müşahhas varlıkların iltisak noktası, duyulup hissedilmeyenlerle duyulup hissedilenleri birbirinden ayıran ufuk.. ayrıca berzahı, meânî ve mücerred hakikatlerin urba giyme hazîresi görenler de olmuştur.”9)
  • İzzet, azamet ve fevkalâde ululuk zuhuru sayılan celâlî tecellî, ‘hüviyet-i mutlaka’ unvanıyla da yâd edilmektedir. Zât-ı Ulûhiyet’in hâssa-i lâzimesi kabul edilen böyle bir azamet ve ululuğu hatırlatma sadedinde, ism-i Zât olan ‘Allah’ kelime-i mübarekesine hep ‘lafza-i celâl’ ve Hazreti Zât-ı Ulûhiyet’e de ‘Zülcelâl’ denegelmiştir. Farklı bir yaklaşımla, Cenâb-ı Hakk’ın herkese ve her şeye, o şeyin istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde, aynı zamanda seviye ve ihtiyaçları nisbetinde lütuf, ihsan ve ikramla taltifine cemalî tecellî dendiği gibi, O’nun esmâ ve sıfatlarının aşkın ve ihata edilmez şekilde gâlibane, kâhirane, hâkimane zuhurlarına da celâlî tecellî denmiştir.”10)
  • İnsan, Cennet’te her an dünyadaki duygu, düşünce ve tefekkürüne denk ayrı bir lezzet duyacaktır. Meselâ, Cennet’te Cenâb-ı Allah’ı (celle celâluhu) müşâhede, burada mârifetullah adına ulaşılan seviyeye göre olacaktır. Diyelim ki, mukarrabîn belki günde birkaç defa Allah’ı müşâhede edecek ve her defasında daha değişik bir hâl alacaktır. O kadar ki, hadisin ifadesine göre, kul ilâhî Cemâli seyredip de eşinin yanına döndüğünde, eşi kendisini tanıyamayacaktır. Yani, zâhirî hüviyet ile bâtınî hüviyet iç içe girdiğinden, insanda devamlı bir değişme meydana gelecektir.”11)
  • “Bu büyük iş ve davayı belli bir zümreye inhisar ettirmek isteyenler, ne kadar yanılıyorlar! Evet bütün bir mâşerî vicdanın uğruna baş koyacağı bu dava, hiçbir zümrenin tekelinde kemalini bulamayacağı gibi, âlemşümul hüviyetini de koruyamayacaktır. Mizaçların, meşreplerin oluşturduğu alaylar, taburlar, bölükler, kendilerine has hüviyet, hava ve kabiliyetleri ile, define-misal bu hamûleye omuz verip göğüsledikleri zaman, rahmetle münasebet kurulmuş olacaktır. Mânâsı doğru olduktan sonra zaaf isnaddan ne çıkar. Söz Sultanı: ‘Ümmetimin ihtilafı rahmettir.’12) buyurmuyor mu? Bu hazinenin taşınması isteniyorsa, taşımak için uzanacak ellerin samimiyetine bakmak gerekir.”13)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 511.
2)
A.g.e. s. 555.
3)
A.g.e. s. 767.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 169.
5)
A.g.e. s. 312.
6)
A.g.e. s. 434.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 326.
8)
A.g.e. s.530.
9)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 536.
10)
A.g.e. s. 549.
11)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 85–86.
12)
En-Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim, 11/91.
13)
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil (Çağ ve Nesil-1), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 107.
huviyet.txt · Son değiştirilme: 2024/03/21 11:16 Değiştiren: Editör