Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


zahir

Zâhir

  • “Bazı mutasavvifîne göre, her şeyin bir açık olan yanı vardır ki ona zâhir denir; bütünüyle bu âlem, işte o zâhirdir. Bir de kapalı yanı vardır ki, ona da bâtın denir; o da mânevî, uhrevî ve bütün metafizik dünyalardan ibarettir. Bunlardan başka bir de, bu iki cepheyi câmi ve âlem ile esmâ arasında, zuhurun butûndan, butûnun da zuhurdan ayrılma noktasında berzahî bir âlem vardır ki, o da insan-ı kâmil âlemidir.”1)
  • Âlem-i gayb ve âlem-i şehadet, âlem-i emir ve âlem-i halk birbirinden farklı unvanlarla anılsalar da bunlar iç içe âlemlerdir ve biri diğerinin zâhirî buudu, öbürü de berikinin bâtınî derinliğinden ibarettir. Ancak, sıfât ve esmâ-i ilâhiyenin, hatta şe’n-i Rubûbiyetin birer mahall-i tecellîsi ve farklı mertebede birer taayyün faslı sayılan bu âlemler tamamen birbirinden ayrı hususiyetler arz etmektedirler.”2)
  • Ceberût, melekût ve mülk âlemleri, iç içe, zâhir-bâtın münasebeti çerçevesinde birbirinin farklı derinliklerinden ibarettir: Yani ceberût âlemi, eğer müstakil ve zâtî bir âlemse, melekût ve mülk âlemleri onun birer buudu durumundadırlar.
  • Aslında, insanın hilâfeti de onun, kalbi itibarıyla ve melekûtla münasebeti açısındandır. Onun zâhiri mülk, bâtını ise melekûttur. Kâinatlarla Arş, arzla Kâbe arasında da aynı şeyler söz konusudur. Melekûta açık bir kalb sahralardan daha geniş, mülk itibarıyla koca bir ceset ise fincandan daha dardır. Mülk hissin kesafet mahalli, melekût letâifin inbisat sahasıdır. Melekûtî vâridât her ruhun serveti, kuvveti ve temelidir ve hiçbir kimsenin bundan müstağni kalması da mümkün değildir. Bu itibarla da, melekûttan kopan ruh, bütün bütün kaybetme vetiresine girmiş sayılır.”3)
  • “Teşriî emirler zaviyesinden ism-i Zâhir’in kıvamı imam ve sultan iledir; ism-i Bâtın’ın kıvamı ise hakikat âleminin emiri kutup iledir. Yani sultan-ı zâhir, ism-i Zâhir’in, sultan-ı bâtın da ism-i Bâtın’ın memerri, meclâsı ve minvechin temsilcisi mahiyetindedir. Zâhir, bâtının bir tezahürü, bâtın da zâhirin iç ucu ve öteler buududur. Bâtın olan ‘Kenz-i Mahfî’ tecellî yoluyla zuhur etmeseydi, o mukaddes kaynak bilinemez, her taraftaki bu göz kamaştırıcı güzellikler temâşâ edilemez ve ism-i Bâtın ufkundaki mânâlar da okunamazdı. Bâtın kenzi, zâhirle soluklandı ve zâhir bâtına müzeyyen bir zarf hâline geldi; يْسَ فِي اْلإمْكَانِ أَبْدَعَ مِمَّا كَانَ 4) mazmunuyla ifade edilen derin, ziyadar ve ihtişamlı bir zarf.5)
  • “Herkes kesrette vahdeti görüp duyamayabilir; zâhirde bâtını temâşâ gibi çoklukta Bir’i bilip, Bir’i duymak imkân-ı aklîyle mümkün olsa da her babayiğidin kârı değildir.”6)
  • Zâhir-bâtın bütün âlemler, O’nun ulûhiyet ve rubûbiyetini haykırmakta ve mâbudiyetinin Zât’ından geldiğini ifade etmektedir.. evet Allah, Allah olduğu için ‘Mâbud-u bi’l-hak’ ve ‘Maksud-u bi’l-istihkak’tır. Bu itibarla da, hamd ü senâ, tekbir u tâzim, takdis ü tesbih gibi her hâliyle kulluk bizim boynumuzun borcu, O’nun da hakkıdır.”7)
  • “… görüyoruz ki: Vazifesinin bitmesiyle ömrüne nihayet verilen ve şu âlem-i şehâdetten göçüp giden her şeyin; Hafîz-i Zülcelâl, birçok suretlerini elvâh-ı mahfûza hükmünde olan hâfızalarda ve bir türlü misâlî aynalarda hıfzedip, ekser tarihçe-i hayatını çekirdeğinde, neticesinde nakşedip yazıyor. Zâhir ve bâtın aynalarda ibka ediyor. Meselâ: Beşerin hâfızası, ağacın meyvesi, meyvenin çekirdeği, çiçeğin tohumu, kanun-u hafîziyetin azamet-i ihâtasını gösteriyor.”8)
  • “… esbab vaz’edilmiş, tâ aklın nazar-ı zâhirîsine karşı kudretin izzeti muhafaza edilsin. Zira aynanın iki veçhi gibi, her şeyin bir mülk ciheti var ki; aynanın mülevven yüzüne benzer, muhtelif renklere ve hâlâta medâr olabilir. Biri melekûttur ki; aynanın parlak yüzüne benzer. Mülk ve zâhir veçhinde, kudret-i samedâniyenin izzetine ve kemâline münafî hâlât vardır. Esbab, o hâlâta hem merci, hem medâr olmak için vaz’edilmişler. Fakat melekûtiyet ve hakikat cânibinde, her şey şeffaftır, güzeldir. Kudretin bizzât mübaşeretine münasiptir. İzzetine münâfî değildir. Onun için esbab, sırf zâhirîdir, melekûtiyette ve hakikatte te’sir-i hakikîleri yoktur.”9)
  • “… her şeyin bâtını zâhirinden daha latîf, daha şeffaftır. Bu ise Sâni’in o şeyden hariç ve baîd olmamasına delâlet eder.”10)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 467.
2)
A.g.e. s. 539.
3)
A.g.e. s. 543.
4)
“Mevcut durumdan daha bedîi, güzeli ve çarpıcısı olamaz.” Bkz.: Gazzâlî, İhyau Ulûmi’d-Dîn, 4/258; İbn Arabî, El-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, 1/53; 4/154; 6/392; 7/82; 8/221; Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-Nübelâ, 19/337; Şa’rânî, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 2/105; Münâvî, Feyzu’l- Kadîr, 2/224; 4/495.
5)
A.g.e. s. 557.
6)
A.g.e. s. 570.
7)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 734.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 82.
9)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 311–312.
10)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 54.
11)
A.g.e. s. 131.
zahir.txt · Son değiştirilme: 2024/03/21 11:07 Değiştiren: Editör