alem-i_ceberut
İçindekiler
Âlem-i Ceberût
- İlâhî isim ve sıfatların azamî derecede tecelli ettiği âlem.
- “Aşk, vuslat kademelerinin final noktasıdır; o noktaya ulaşan muhibbin, atacağı bir adım ya kalmıştır veya kalmamıştır… Hakk’ın ilk tecellîsi, Zât’ının iktizasından ibaret olan işte bu muhabbet üstü muhabbettir. Bilâ kayd ü şart, O’na aşk isnadından kaçındığım için bu tabiri bilhassa kullanıyorum. Bu ilâhî muhabbete ilim diyenler de olmuştur; çünkü o, mutlak ve münezzeh olan Zât âleminin tecellî itibarıyla ilk tenezzülüdür. Bu tenezzüle; Allah ilminden ibaret olması itibarıyla ‘ilim’, görmek ve görünmek muhabbetinden ötürü ‘aşk-ı münezzeh’, bütün varlığı ihtiva etmesi zaviyesinden ‘levh’, her şeyin tafsilatıyla ele alınması noktasından da ‘kalem’ denir ki, ‘ceberût’ ve ‘Hakikat-i Ahmediye’ de bu âlemin bir başka unvanıdır.”1)
- “İlâhî isim ve sıfatların tecelli alanı olarak bilinir. Ona; âlem-i vahdet, berzah-ı kebir, hakikat-ı Ahmediye, ruh-u a’zam, ruh-u küllî, zıll-i evvel de denmektedir. Bazı sofiye, âlem-i ceberûtu tamamen esmâ ve sıfât dairesinden ibaret görüp, onu âlem-i lâhut ve rahamût arasında veya lâhut ve melekût ortasında bulunan ilâhî kudret ve azamet âlemi olarak yorumlamıştır. Bu âlemin semavî ve mânevî olduğunda şüphe yok. Ancak böyle bir âlemin, Hermes’in semavî mülâhazaları ve Eflatun’un İdeler âlemiyle münasebetinin olmadığı da açıktır. İbrahim Hakkı Hazretleri’ne göre ceberût âlemi, bütün âlemlere nazır, kürsînin üstünde ve arş-ı a’zamın altında -altla-üstle her ne kastediliyorsa- manevî bir âlemdir.
- Bu mütalâalar çerçevesinde, melekût âlemi kürsînin altında tasavvurlar üstü, aşkın lâhut âlemi ise, istiva-i arş mazmununa bağlı ve ‘fevk-taht’ mülâhazalarından müberrâ, her şeyin üstünde. Rahamût âlemine gelince o ayrı bir mahall-i tafsil ve inkişaf; ceberût âlemi ise, rahamût âleminin önünde veya yanında bir âlem-i azamet ve hakimiyettir…
- Kaza ve kader hâdisesinin ceberût âlemi ile hususî bir münasebeti vardır. Bu münasebet, kadere mevzû şahıslar plânındaki hâdiselerle de dolayısıyla alâkalıdır. Âlem-i ceberût, hemen bütün eşya ve hâdiseler adına saf ve lâtif bir âlemdir. Bu itibarla da onun âlem-i mülk ve melekûta bir fâikiyeti vardır. Bu âlemde bütün varlık ve hâdiseler külliyet plânında bir vetire takip ederler; alttaki melekût ve mülk âlemlerinde ise, cüz’iyat ve teferruat dairesinde bir gelişme ve inkişaf gösterirler.”2)
- “Ceberût, melekût ve mülk âlemleri, iç içe, zâhir-bâtın münasebeti çerçevesinde birbirinin farklı derinliklerinden ibarettir: Yani ceberût âlemi, eğer müstakil ve zâtî bir âlemse, melekût ve mülk âlemleri onun birer buudu durumundadırlar. Aslında ceberût âlemi tamamen bir mahiyetler âlemidir ve haricî vücudu da söz konusu değildir. Onda, her nesne, muayyen mahiyetler şeklinde birer icmal; melekût ve mülkte ise zâhir ve bâtın yanlarıyla her şey bir tafsil ve inkişaf vetiresi yaşamaktadır.”3)
- “… her insanın ruhu bir mânâda melekûta açıktır ve ona bakmaktadır ki, erbabı bu zaviyeden bir bakış, duyuş ve sezişe ‘feth-i karîb’ demişler; sıfât-ı sübhaniye ve âlem-i ceberûta nâzır kalbin ihsas ve imtisaslarına ‘feth-i mübîn’ unvanı vermişler; âlem-i lâhuta müteveccih bulunan sırrın müşâhedelerini de ‘feth-i mutlak’ pâye-i mübecceli ile yâd edegelmişlerdir.”4)
- “… insan fuâd (kalb) ufkundan varlığa ve varlık ötesine baktığı zaman ceberût âlemini temaşa eder. Bütün sıfatların hakikatlerini görür, görür ve sır ufkuna vasıl olur. Bu defa Cenâb-ı Hakk’ı müşâhede imkânına ulaşır ve Cenâb-ı Hak’la arasında bir tür muamele cereyan eder. Bu, Allah’ın bir çeşit taltifidir, ihsanıdır.”5)
Ayrıca Bakınız
Dipnotlar
alem-i_ceberut.txt · Son değiştirilme: 2024/10/20 16:55 Değiştiren: Editör