Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


huzur

Huzur

  • “İç rahatlığı, hâlinden memnun olup gönlünde rahatlık duyma, kendini rahat ve memnun hissetme durumu. Önemli bir makamın veya kişinin var olduğu, bulunduğu yer, o makam veya şahsın önü, katı, yanı.”1)
  • Huzur kulun kalbine gelen şeye dair özel bir dikkat demektir. Böylece kul o şey ile hazır [onun şuurunda] olur. Bu esnada dikkatin yöneldiği şeyin dışındaki her şeyden habersiz kalmak gerekir gaybet]. (Huzur, gaybet hâlinin zıddıdır.)”2)
  • “Biliniz ki kalbler ancak, Allah’ın zikriyle huzura erer.” (Ra’d, 13/28).
  • Edeb; tasavvuf yolunun yolcususun, her an; uyurken, uyanıkken, kendisine kendisinden daha yakın olan Rabbinin huzurunda bulunduğunu hatırlaması, bütün hareketlerini, sözlerini edebe uygun olarak yapması ve söylemesidir.”3)
  • Tevbe, kulun Cenab-ı Rabbin huzuruna kendisiyle girdiği ilk şeydir.”4)
  • “Mükaşefe, beyan ile nitelenmeyen huzurdur.”5)
  • Huzur, kalbin gözünden gaib olan şeyi yakin berraklığıyla sanki hazırmış gibi görmesidir. Her ne kadar O, kuldan gaib olsa da kulun, kendisini O’nun huzurunda hissetmesidir.”6)
  • “‘Falan hazırdır’ cümlesinin mânâsı, ‘Kalbi ile Rabbinin huzurundadır, O’ndan gafil değildir, O’nu ihmal etmiş değildir, aksine daima O’nu zikretmektedir’ demektir.”7)
  • “Ey bizi nimetleriyle perverde eden Sultânımız! Bize gösterdiğin nümûnelerin ve gölgelerin asıllarını, menbâlarını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celbet. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın lezîz nimetlerini orada yedir. Bizi zevâl ve teb’îd ile ta’zîb etme. Sana müştâk ve müteşekkir şu mutî raiyyetini başıboş bırakıp îdam etme.”8)
  • “… emr-i kün feyekûn’e mâlik, güneşler ve yıldızlar emirber nefer hükmünde olan Zât-ı Zülcelâl, her şeye her şeyden daha ziyâde yakın olduğu hâlde her şey O’ndan nihayetsiz uzaktır. O’nun huzur-u kibriyâsına perdesiz girmek istenilse zulmânî ve nûrânî, yâni maddî ve ekvânî ve esmâî ve sıfâtî yetmiş binler hicaptan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecât-ı tecellisinden çıkmak, gayet yüksek tabakât-ı sıfatında mürûr edip tâ ism-i âzamına mazhar olan Arş-ı Âzam’ına urûç etmek; eğer cezb ve lütfu olmazsa, binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir.”9)
  • “Bir nevi mi’râc hükmünde olan namazın hakikati … mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Mâbud-u Cemîl-i Zülcelâl’in huzuruna kabulündür.”10)
  • “Cenâb-ı Hak; Hakîm-i Mutlak, hazır, nâzır olduğu için abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir.”11)
  • “Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve her bir dakikayı ömrünü bir ömür kadar faydalı görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, sünnet-i seniyyeye ittiba et.”12)
  • “… hiçbir şey O’ndan gizlenmesi kabil değildir. Perdesiz, güneşe karşı zemin yüzündeki eşya, güneşi görmemesi kabil olmadığı gibi o Alîm-i Zülcelâl’in nur-u ilmine karşı eşyanın gizlenmesi, bin derece daha gayr-i kabildir, muhâldir. Çünkü huzur var. Yani, her şey daire-i nazarındadır ve mukabildir ve daire-i şuhûdundadır ve her şeye nüfuzu var.”13)
  • Îmân-ı tahkikînin kuvvetiyle ve mârifet-i Sâni’i netice veren masnûâttaki tefekkür-ü îmânîden gelen lemeât ile bir nevi huzur kazanıp Hâlık-ı Rahîm’in hâzır nâzır olduğunu düşünüp O’ndan başkasının teveccühünü aramayarak, huzurunda başkalarına bakmak, medet aramak o huzurun edebine muhâlif olduğunu düşünmek ile o riyâdan kurtulup ihlâsı kazanır.”14)
  • Din, güzel huylar adına açılmış en feyizli, en bereketli bir mekteptir. Bu yüce mektebin talebeleri de, yediden yetmişe bütün insanlardır. Bu mektebe intisap eden herkes böyle bir intisapla er-geç huzura, emniyete ve itminana erer. Dışarıda kalanlar ise, özleri dahil, zamanla her şeylerini kaybederler.”15)
  • “Genişleme, yayılma, içte derinleşme ve kendi tabiatını aşma mânâlarına gelen inbisat; erbâbınca, şer’î hudutlar çerçevesinde, gönlün herkese açılması, tatlı dil ve güler yüzle hoşnut edilebilecek herkesin hoşnut edilmesi.. ve Allah’la münasebet açısından da havf ü recâ halitası bir hâletin, insan benliğine hükmetmesinden ibarettir ki, bu seviyeye ulaşan kalbler, huzurda bulunmanın heybetiyle soluklarını yutar, huzur esintilerinin neşe ve sevinciyle de dışarıya çıkarırlar.”16)
  • “… herkesin zikri, zikredilenin onun duyguları üzerinde tesiri ölçüsündedir ki; sofîler buna ‘müşâhede’ veya ‘huzur-u kalb’ derler. Bazıları, Cenâb-ı Hakk’ı anarak bir sırlı yol ile kalbinde O’na ulaşır. Bazıları da vicdanlarında O’nu ‘kenzen’ bilir ve derûnlarındaki nokta-i istinat ve nokta-i istimdat sayesinde sürekli maiyyette olur.”17)
  • “Sekîneye mazhar bu âhenk ve huzur insanı, davranışları itibarıyla vakur, emniyet telkin edici, inandırıcı ve ciddî; iç âlemi itibarıyla ve Allah’la münasebetleri açısından da temkinli, dikkatli; benlik, çolpalık ve şatahat düşüncesinden uzak ve bir kısım laubalice hezeyanlara karşı da hep kapalıdır. Her vâridât ve her inşirah veren esintiyi O’ndan bilir, edep ve şükranla iki büklüm olur, her huzursuzluk ve tatminsizliği de mahiyetindeki boşluklarla irtibatlandırır, kendini sorgular ve nefsiyle hesaplaşır.”18)
  • Gaybetin huzura, huzurun da tam gaybete çevrilmesi, sâlikin, O’nun Zât’ının nurlarından başka her şeye karşı bütün bütün kapanmasıyla gerçekleşir ki böyle bir durumda hak yolcusu, sadece O’nu duyma, O’nu düşünme, O’nun tasavvurlar üstü mülâhazasıyla oturup-kalkma ve O’na tahsis-i nazar etme suretiyle, bir taraftan hakikî huzuru idrak ederken, diğer taraftan da eşya ve hâdiseleri tamamen göremez ve duyamaz hâle gelir.”19)
  • Huzur, bazen şuhûdun müradifi (eş anlamlısı) olarak da kullanılır ki bununla bazen murâkabe, bazen müşâhede mânâsı kastedilir.”20)
  • “… sekirde gaybet, sahvda huzur vardır.”21)
  • “Her zaman Yüceler Yücesi O Zât’a tezellül göstererek iki büklüm ol; ol ve fevkalâde bir fakr u ibtihalle O’na yönel! Hem öyle bir yönel ki, bir gün sen o teveccühten vazgeçsen bile, kalbin kat’iyen sarsılmamalı ve yerinde kalakalmalıdır. İşte, hakikat erlerinin kendi aralarında huzur dedikleri de budur.. ve o Yüce Zât’ı zikirden maksat da bu olsa gerek.”22)
  • “Artık nefisleri adına yokluğa kanat açmış bu kimselerde ne telâş ne endişe ne gam ne de keder; ‘Dost’ der, Dost’la hemdem olur ve O’nun huzuruyla bütün huzursuzluklardan âzâde yaşarlar.”23)
  • “Seyr u sülûk, sâlikin tâlibken kısmen duyduğu, mürîd ufkunda televvünleriyle tanıştığı iman ve islâm hakikatlerini, mahiyet-i nefsü’l-emriyelerine uygun bir kere de keşfen ve zevken tadıp duymanın, idrak edip anlamanın kalb ufku itibarıyla ayrı bir yoludur. Sözü edilip de çok defa ne olduğu bilinmeyen huzur dediğimiz iksir de kâse kâse işte bu yolda içilir.”24)
  • Huzur, her ferdin vicdanında Allah’ı bulması, O’nunla maiyyete ermesi, her dem O’nunla dolması, coşması ve zamanla tamamen O’nun nuruna gark olmasıdır. Huzur, insanın kendisinden değildir. Huzur, bize O’ndan gelir. Bu da herkesin derecesine göre tecellî eder. Huzurun bir üst mertebesi, zevk-i ruhanîdir. İkisinin birbirinden farklı olduğu noktalar vardır. Zevk-i ruhanî ve huzurda, insanın hissettiği şeyler farklı farklıdır.”25)

Huzur-u Daimî

  • “Tevhid-i hakikîdir ki; her şey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rubûbiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya her şeyden O’nun nuruna karşı bir pencere açıp O’nun birliğine ve her şey O’nun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rubûbiyetinde ve mülkünde hiçbir veçhile, hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip îmân getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir.”26)

Ayrıca Bakınız

Diğer Diller

Dipnotlar

2)
Suad el-Hakim, İbnü’l Arabî Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2005, s. 305.
3)
Ali ibn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcani, Tarifat: Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, tercüme ve şerh: Arif Erkan, İstanbul: Bahar Yayınları, 1997, s. 35.
4)
A.g.e. s. 47.
5)
A.g.e. s. 221.
6)
Ebu Nasr Serrac et-Tusi, Kitabü’l-Luma’, nşr. Abdülhalim Mahmud-Taha Abdülbaki Sürur, Bağdat 1960; El-Luma’ İslam Tasavvufu, trc. Hasan Kamil Yılmaz, İstanbul: Altınoluk, 1996, s. 416.
7)
Ebu’l-Kasım Abdülkerim b. Hevazin el-Kuşeyri, Er-Risaletü’l-Kuşeyriyye fi İlmi’t-Tasavvuf, Mısır, 1379/1959; Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyri Risalesi, haz. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yayınları, 1991, s. 41.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 55.
9)
A.g.e. s. 212.
10)
A.g.e. s. 213.
11)
A.g.e. s. 338.
12)
A.g.e. s. 387.
13)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 274.
14)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 205.
15)
M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 30.
16)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 164.
17)
A.g.e. s. 179–180.
18)
A.g.e. s. 188.
19)
A.g.e. s. 287–288.
20)
A.g.e. s. 288.
21)
A.g.e. s. 325.
22)
A.g.e. s. 403.
23)
A.g.e. s. 443.
24)
A.g.e. s. 698.
25)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 62.
26)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 311.
huzur.txt · Son değiştirilme: 2024/03/21 10:54 Değiştiren: Editör