Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


ilm-i_ledun

İlm-i Ledün

  • “Türkçede kat, huzur, nezd sözcükleriyle karşılamaya çalıştığımız, bir mânâda ‘inde’ lâfzının da müteradifi sayılan ‘ledün’ kelimesi, ‘ilm-i ledün’ şeklinde izafetle kullanılınca; gayb ilmi, esrar ilmi, Allah tarafından insanın gönlüne atılan ilâhî bilgi ve içe doğan hakikatler mânâsına gelir. Başta, umum enbiyâ ve mürselîn olmak üzere, bütün evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrabînin –bir başka zaman teker teker bu kelimelerin ne mânâya geldiklerini ifade etmeye çalışacağız– ilimleri, Cenâb-ı Hak tarafından vahiy ve ilham unvanıyla gönüllere ilkâ edilmiş bilgi ve mârifet olması itibarıyla, hemen hepsi de bir çeşit ilm-i ledün sayılır. Hususiyle de, ‘akrabu’l-mukarrabîn’ olan İlm-i Ledün Sultanı’nın hem gayb-ı mutlak hem de gayb-ı mukayyetle alâkalı her türlü bilgi ve mârifeti –bununla, gayb ilmi, esrar ilmi ve vicdan kültürünü kastediyoruz– ilm-i ledün nev’indendir.”1)
  • “… ilm-i ledün, ilâhî feyz yoluyla, hususî bir kısım kimselerin kalbine atılan özel bir bilgi ve mârifettir.. ve böyleleriyle aynı ufku paylaşmayanların ondan anlamaları da mümkün değildir.
  • İlm-i ledün, her zaman zâhirî şer’e muvafık olmayabilir. Bu gibi durumlarda meşhûdâtlarını ‘usûlüddîn’ prensipleriyle tashihe tâbi tutmayanlar, bazen yanılabilecekleri gibi, kendilerine tâbi olanları da yanıltabilirler. Keşif ve ilhamlarını muhkemâta göre tesbit edenler ise her zaman, berzahî ufuklarıyla mülk ve melekûtu birden görür.. dünya ve ukbâyı bir vâhidin iki yüzü gibi müşâhede eder.. ve tilmizlerine gayb u şehadet âleminin vâridâtından ne kevserler ne kevserler sunarlar!”2)
  • “… ilm-i ledün, umuma ait bir ilim olmaktan daha çok, hususî bazı kimselere Cenâb-ı Hakk’ın özel bir ihsanıdır ve onların dışındakiler her ne kadar değişik konularda daha fazla malumat sahibi olsalar da, bu mevzuda ilm-i ledün erbabının gerisinde sayılırlar. Zira bu ilim –liyâkat, istidat, Allah’a yakınlık… gibi hususların şart-ı âdî planında vesilelikleri mahfuz– tamamen Allah’ın bir atâ tecellîsidir ve kat’iyen kesbî de değildir. Bu itibarla da onun, ne okumayla ne araştırmayla ne de daha değişik yollarla elde edilmesi söz konusudur.”3)
  • İlham, ilm-i ledünnün en önemli kaynağıdır ve hususî mânâsıyla olmasa da, ilm-i ilâhînin tecellîleriyle alâkalı en geniş bir alanı işgal eder. İlham, insanın ihtiyarı dışında, onun gönlüne bir mevhibe olarak tecellî edince ona ‘hâtır’ denir. Ancak, bazen böyle bir hâtır veya ihtara, Hak’tan geldiği kendi karîneleriyle kat’î değilse, şeytanın belli şeyler bulaştırması da söz konusu olabilir. Kendi karineleriyle Hak’tan geldiği muhakkak olan bir ilhama rahatlıkla ilm-i ledün diyebiliriz. Böyle bir esintinin Hazreti ‘İlim’den geldiğinin en önemli emaresi, bu türlü vâridâtın Kitap ve Sünnet’e muvafakatıdır”4)
  • “İkinci mertebe; ‘seyr fillah’ mertebesidir ve yine bir hamle hazırlığı ihtiva ettiğinden dolayı da buna, ikinci yolculuk mânâsına ‘sefer-i sânî’ dendiği gibi ‘cem’ de denmiştir ki, –fâni, bâki gerçeği mahfuz– sâlikin beşerî sıfatlardan tecerrütle ilâhî sıfatlarla ittisaf etmesi, istidadı ölçüsünde esmâ-i ilâhiyeyi temsilen Kur’ân ahlâkıyla tahalluk ederek –buna Allah ahlâkı da diyebiliriz– ‘ufk-i a’lâ’ya ulaşmasıdır ki, bu yolculuğun son konağına erenlere büyük ölçüde varlığın perde arkası inkişaf eder ve onların gönüllerine ‘ilm-i ledün’ akmaya başlar; başlar ve hak yolcuları isimler, sıfatlar, zâtî şe’nler âlemlerine ait mârifet şuâları karşısında eriye eriye nisbet-i tâmmenin zuhuruna ererler ki, böyle bir mazhariyete de ‘bekâ billah’ denegelmiştir.”5)
  • “Her şeyi merhametle görüp gözetme, hikmetle yerli yerine koyma, şefkatle kayırıp sıyanet etme ve adaletle her hak sahibinin hakkını koruyup bütün varlığı kuşatacak şekilde bir denge vaz’etme… gibi küllî ve celâlî teveccühlerinin yanında yine Kendi meşîet tezgâhından çıkmış farklı donanımlı, farklı zevât ve özel mahiyetlere, hususiyle her bir ferdi başlı başına birer nev’ konumunda bulunan insanlara ve onlar içinde de enbiyâ, asfiyâ ve evliyâ… gibi belli mazhariyet sahiplerine has bir teveccühü, farklı bir iltifatı, daha engin bir rahmeti ve fevkalâdeden bir inayeti vardır ki, buna da ‘ehadiyet tecellîsi’ denegelmiştir.
  • Hazreti Feyyâz-ı Mutlak, kuluna böyle bir teveccühte bulununca, onun mecazî mahiyeti sayılan vücud-u cismanîsi âdeta silinir gider ve onun yerini bir vücud-u câvidânî alır ki, bu sayede tâlib veya sâlik bir hamlede ve bir nefhada hemen muhlasîn ufkuna yükselebilir. Bu şekilde ekstra bir mazhariyet, ilimle, hatta ‘ilmü’l-yakîn’le elde edilmesi muhtemel makam ve pâyelerden çok farklıdır. Böyle bir nazara ehlullah, ‘tecellî-i ilim’ demişlerdir ki, ‘ilm-i ledün’ dalga boylu böyle bir teveccüh sayesinde birdenbire her şeyin mahiyeti değişir; insan âdeta melek oluverir, cisim ruh keyfiyetini alır, ateş ‘berd ü selâm’a dönüşür, tuzlu deryalar kevser ırmakları hâline gelir, zehir de panzehire inkılâp eder.”6)
  • Fütüvvet ruhu, bir güç ve kuvvet kazanıp her şey yapabilecek seviyeye gelince gerektiği şekilde disipline edilememişse, güce dayanma gibi bir hevese dahi düşebilir. İşte o zaman karşısına Hz. Musa ile fetâsı Yuşa b. Nun çıkar ve nazarlar daha ziyade ledünne çevrilir. Maddî planda yapılan ve olan işleri kendilerine isnat edip duran insanlar, ilm-i ledün sayesinde işin hakikatini anlar ve hayra ait bütün fiilleri hakikî sahibi olan Cenâb-ı Hakk’a verirler.”7)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 495.
2)
A.g.e. s. 495–496.
3)
A.g.e. s. 496.
4)
A.g.e. s. 497.
5)
A.g.e. s. 422.
6)
A.g.e. s. 660.
7)
M. Fethullah Gülen, Zihin Harmanı (Prizma-7), İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 144.
ilm-i_ledun.txt · Son değiştirilme: 2024/03/19 10:52 Değiştiren: Editör