Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


cilve

Cilve

  • “Hoş ve latif bir şekilde görünme, ortaya çıkma. Göz alıcı ve zevkli hareketlilik. Tecelli, zuhur.” 1)
  • “… nasıl ki yeryüzünde bulunan parlak şeylerin güneşin akisleriyle parlamaları ve denizlerin yüzlerinde kabarcıkları ziyânın lem’alarıyla parlayıp sönmeleri, arkalarından gelen kabarcıklar yine hayalî güneşçiklere aynalık etmeleri bilbedâhe gösteriyor ki; o lem’alar, yüksek bir tek güneşin cilve-i in’ikâsıdırlar ve güneşin vücudunu muhtelif diller ile yâd ediyorlar ve ışık parmaklarıyla ona işaret ediyorlar.”2)
  • “Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor, arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki; onları parlattıran, dâimî ve yüksek bir ışık sahibidir. Öyle de bu işlerin süratle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki; zevalsiz, dâimî bir tek zâtın cilveleridir, nakışlarıdır, aynalarıdır, sanatlarıdır.” 3)
  • “Cenâb-ı Hak, insana giydirdiği vücud libâsını sanatına mazhar ediyor. İnsanı bir model yapmış, o vücud libâsını o model üstünde keser, biçer, tebdil eder, tağyir eder; muhtelif esmâsının cilvesini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzâk ismi de açlığı iktizâ ediyor.”4)
  • “… insan-ı ekber olan âlem de tecelli eden bütün esmâ-yı ilâhiye, bir âlem-i asgar olan insanda dahi o esmânın umumiyetle cilveleri var.”5)
  • “… mevcûdâtta sebeb-i muhabbet olan hüsün ve ihsân ve kemâl, umumiyetle Bâkî-i Hakikî’nin hüsün ve ihsân ve kemâlâtının işârâtı ve çok perdelerden geçmiş zayıf gölgeleridir, belki cilve-i esmâ-yı hüsnânın gölgelerinin gölgeleridir.”6)
  • “Bâkî’ye müteveccih olan şey, bekânın cilvesine mazhar olur.”7)
  • “İnsan çendan fânîdir. Fakat bekâ için halk edilmiş ve Bâkî bir Zât’ın aynası olarak yaratılmış ve bâkî meyveleri verecek işleri görmekle tavzif edilmiş ve Bâkî bir Zât’ın, bâkî esmâsının cilvelerine ve nakışlarına medâr olacak bir sûret verilmiştir. Öyle ise, böyle bir insanın hakikî vazifesi ve saâdeti, bütün cihâzâtı ve bütün istidâdatıyla o Bâkî-i Sermedî’nin dâire-i marziyâtında esmâsına yapışıp, ebed yolunda o Bâkî’ye müteveccih olup gitmektir.”8)
  • “Sâni-i Zülcelâl’in çok esmâsı var. Her bir ismin ayrı bir cilvesi var.”9)
  • “… ehl-i küfür ve dalâlet ise, küfürdeki inkârıyla, mevcûdâtın ille-i gâiyeleri ve sebeb-i bekâları olan o netice-i âzamı reddettikleri için, umum mahlûkatın hukukuna bir nevi tecâvüz olduğu gibi, umum masnûâtın aynalarında cilveleri tezâhür eden ve masnûâtın kıymetlerini, aynadarlık cihetinde âlî eden esmâ-yı ilâhiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o esmâ-yı kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnûâtın kıymetini tenzil ile, o masnûâta karşı bir tahkir-i azîmdir.”10)
  • “… ehadiyet ve samediyet-i ilâhiye, her bir şeyde husûsan zîhayatta, husûsan insanın mâhiyet aynasında bütün esmâsıyla bir cilvesi olduğu gibi; vahdet ve vâhidiyet cihetiyle dahi mevcûdât ile alâkadar her bir ismi bütün mevcûdâtı ihâta ediyor.”11)
  • “Sen Bâkî’sin; giden gitsin, Sen yetersin. Madem Sen Bâkî’sin; zevâl bulan her şeye bedel bir cilve-i rahmetin kâfidir.”12)
  • “Hem insan, nasıl ki hayat-ı câmiasıyla Zât-ı Zülcelâl’in sıfât ve şuûnâtına bir mikyas-ı mârifettir ve cilve-i esmâsına bir fihristedir ve şuûrlu bir aynadır ve hâkezâ çok cihetlerle Zât-ı Hayy-ı Kayyûm’a aynadarlık eder. Öyle de, insan, şu kâinatın hakâiklerine bir vâhid-i kıyâsîdir, bir fihristedir, bir mikyastır ve bir mîzandır.”13)
  • “Hayat, cilve-i esmâ ile muhtelif harekâta mazhar olur, tasaffî eder, kuvvet bulur, inkişaf eder, inbisat eder, kendi mukadderâtını yazmasına müteharrik bir kalem olur, vazifesini îfâ eder, ücret-i uhreviyeye kesb-i istihkak eder.”14)
  • “Rahmet-i ilâhiyenin en latîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat, bir iksir-i nurânidir. Aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakk’a vusûle vesile olur.”15)
  • “Madem Sâni-i Zülcelâl vardır ve bâkidir.. ve sıfât ve esmâsı dâimî ve sermedîdirler. Elbette o esmânın cilveleri ve nakışları, bir mânevî bekâ içinde teceddüt eder; tahrip ve fenâ, idam ve zeval değildirler.”16)
  • “Ve keza delâlet etmek tazammun etmeği iktiza etmez. Mesela, kabarcıktaki güneşin cilvesi güneşin vücuduna delâlet eder, fakat güneşi tazammun edemez, yani içine alamaz. Ve keza bir şeyi bir şeyle tavsif edenin, o şeyle muttasıf olması lâzım gelmez. Mesela, şeffaf bir zerre, şemsi tavsif eder, fakat şems olamaz. Bal arısı Sâni-i Hakîm’i vasıflandırır, amma Sâni olamaz.”17)
  • “… kâinatta tecelli-i rubûbiyet ve faaliyet-i kudrete ve makarr-ı hilâfete ve Hayy-ı Kayyûm isimlerinin cilvelerine en uygun topraktır. Nasıl ki arş-ı rahmet su üzerindedir, arş-ı hayat ve ihya da toprak üstündedir. Toprak, tecelliyât ve cilvelere en yüksek bir aynadır.”18)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 115.
3)
A.g.e. s. 306.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 10.
5)
A.g.e. s. 10.
6)
A.g.e. s. 18.
7)
A.g.e. s. 20.
8)
A.g.e. s. 22.
9)
A.g.e. s. 70.
10)
A.g.e. s. 105.
11)
A.g.e. s. 121.
12)
A.g.e. s. 301.
13)
A.g.e. s. 439.
14)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 44–45.
15)
A.g.e. s. 84.
16)
A.g.e. s. 326.
17)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 69.
18)
A.g.e. s. 223.
cilve.txt · Son değiştirilme: 2023/10/12 13:07 Değiştiren: Editör