Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


cinler

Cinler

  • “Madde ve fizik ötesi varlıklardan biri de cinlerdir. Cin, Arapça bir kelime olup lügat mânâsı itibarıyla örtülü ve kapalı mânâsına gelir.”1)
  • İnsan, mahiyeti itibarıyla bir protein çorbasından; cin de ‘nâr-ı semûm’dan yaratılmıştır. ‘Nâr-ı semûm’, ‘vücudun bütün gözeneklerine giren ateş’ mânâsına geldiği gibi “zehirleyen ateş’ mânâsına da gelir. Ancak bizim için böyle bir ateşin keyfiyeti meçhuldür.. meçhuldür zira bugün için mevcut laboratuvarlarımız böyle bir ateşi tahlile yeterli değildir.
  • Cinler de aynen insanlar gibi kulluk için yaratılmışlardır. Nitekim bir âyet-i kerimede Allah Teâlâ: ‘Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.’ (Zâriyât, 51/56) buyurmaktadır. ‘Cin’ kelimesinin ‘ins’den önce zikredilmesi de cinlerin insanlardan önce yaratıldığına dair bir işaret olabilir. Onlarda da mârifet-i ilâhiye şuuru vardır. Zira kulluk ancak böyle bir şuurla olur.”2)
  • Cinler görülmeyen varlıklardır. Bizim, asıl mahiyet ve hüviyetleriyle onları görmemiz imkânsızdır. Bizler tarafından görülen, onların temessül etmiş şekilleridir. Zaten yukarıda da izah ettiğimiz gibi “cin” kelimesinin kökünde mânâ olarak bir kapalılık vardır. Dolayısıyla cinler gözle görülemeyen latîf yapılı varlıklardır. Bu husus, cinden, şeytandan bahsedilen bir âyette şöyle anlatılmaktadır: ‘Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.’ (A’râf , 7/27). Bu hakikatten dolayıdır ki, cin taifesi ve şeytanlar, bizim onları göremediğimiz noktalardan bizi görürler. Hiç beklemediğimiz yerden, hiç beklemediğimiz anda ve hiç ihtimal vermediğimiz oyunlarla karşımıza çıkar ve zehirli oklarını sinelerimize saplarlar.”3)
  • “… cinler, Kur’ân’ı ilk duyduklarında, onu edeple dinleyip âdeta onunla bütünleşivermişlerdi.. dahası, yıllardan beri ondaki sırra vâkıfmış gibi bir safvet ve duruluğa ermişlerdi. Daha sonra da onlardan her biri kendi mesuliyetini hissedip, Kur’ân uğrunda irşada koyulmuş ve Kur’ân’dan sinelerine akseden ilhamları hemcinslerinin gönlüne ulaştırmanın telaşına düşmüşlerdi. İhtimal bunlar, Hz. Musa’ya inen Yahudi cinlerdi. Zira Kur’ân’ı dinler dinlemez, onun Kelâmullah olduğunu anlamış ve Allah Resûlü’ne iman etmişlerdi. Ve arkasından da ondaki sır, istidatlarındaki meknî hizmet düşüncesinin neşv ü nema bulmasını, onların heyecanla şahlanmalarını ve vazifelerinin şuuruna varmalarını sağlamıştı.”4)
  • “İhtimal, bugün insanlar arasında mevcut bütün doktrin ve düşünce farklılıkları, cinler arasında da mevcuttur. Zira onlar, insanlara tâbi varlıklardır. Durum böyle olunca, eğer beşer kendinden beklenen seviyede, Allah Resûlü’nün arkasında çizgisini koruyabilse, cin ve ruhanîler de onun arkasında istikamete yürüyeceklerdir. Bizdeki iniş ve çıkışlar, onlarda da iniş ve çıkışlar meydana getirmektedir, çünkü bizim Peygamberimiz, onların da peygamberidir. Ve bizler, onlar için uyulması gereken örnek ve önderler durumundayız.
  • Böyle olduğu için, ümmet-i Muhammed’in sevinci, onların da sevinci olacak; hüznü, onları da hüzne gark edecektir. Burada şunu da söyleyebiliriz: Bizlerin, kurtuluş için yeni bir çalışmaya girmesi, onları da kurtuluş adına aksiyona sevk edecektir. Öyle ise, bizim çalışmalarımız sadece bizimle sınırlı kalmamakta; cinler âlemine de tesir etmektedir. Bir bakıma bizler nasıl olursak, onlar da öyle olma durumundadırlar.”5)
  • Cinler ve şeytanlar, insanların günahlarıyla açtıkları menfezlerden girer.. girer ve insanı çepeçevre kuşatırlar. Bu menfezler kapanmalıdır ki, onlar içeri giremesinler ve insan da, onların şerrinden korunmuş olsun.
  • Ehl-i keşfin müşâhedesiyle cin ve şeytanların mü’minlere musallat olmaları, daha ziyade onların bazı mânevî yönlerden açık ve zayıf olmalarından kaynaklanmaktadır. Bu da; cünüplük, hayız, nifas hâlleri, abdestsizlik , suiedep içinde gafilane davranışlar sergileme gibi durumlardır ki, ruh bozuklukları ve fizyolojik olmayan cinnetler, ekseriyetle böyle boşlukların ardından insana arız olurlar. Eğer bunlarda cin ve şeytanın parmağı varsa -ki vardır- onlar, mü’minin içine mutlaka, onun bir günahından yol bulup girmişlerdir.”6)
  • “Melekler, Allah’ın emri ve izniyle başka başka şekil ve suretler aldıkları gibi, ruhanîler, cinler, şeytanlar; eşyanın ruhundaki kanunlar, mânâlar.. Kur’ân’lar, dualar, tesbihler hepsi Allah’ın izniyle temessül edebilir. İnsanın rüyalarına akseden şeylerin bütünü, bu temessülâttan ibarettir.”7)
  • Cin, ruh nevindendir… Şuurlu bir kanundur. Kütleler, büyük küreler arasında câzibe kanunu gibi bir kanun.”8)
  • “Latîf şeyler olan cinler, madde âlemine ait ‘nâr ve mâric’ten birtakım varlıklar olmakla beraber, tıpkı bizim gibi, maddeye kumanda eden bir ruha sahiptirler ve zîşuurdurlar. Zîşuur olmaları yönüyle câmidler ve diğer canlılardan ayrılıp, tıpkı bizim gibi şuurlular, idrakliler, mükellefler sırasına girerler. Onun için onlar da, bizim gibi, Allah’a inanmak, namaz kılmak, oruç tutmak zekât vermekle mükelleftir. Yalnız, mâric ve nârdan yaratılan cinler, birçok hususlarda bizim gibi olmanın yanında, temessül de ederler. Yani cinler, rüyalarda bir kısım insanların mânâ âlemine girdikleri gibi, rüya dışında da temessül eder ve insanların yaşadığı âlemi onlarla paylaşabilirler. Sen; babanı, amcanı, dedeni, nineni rüyanda gördüğün, onların temessülâtına şahit olduğun… keza, berzah âleminde bir kısım tabloları müşâhede ettiğin gibi, cin âlemi de, daima temessül edip yeryüzünde insanlara görünebilirler. Fakat bu onların asıl hüviyetleri değildir, göründükleri insanların mir’ât-ı ruhlarına aksediş şeklidir. Yani alıcının kabiliyet ve istidadına göre bir aksediştir. Onun için, cinleri, Hazreti Ömer (radıyallâhu anh) başka, Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) başka, Ebû Zer (radıyallâhu anh) de başka şekilde müşâhede etmişlerdir. Meselâ, İbn Mesud, Resûlullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanında bir gölge şeklinde müşâhede eder. Hazreti Ömer, zayıf nahif bir insan şeklinde, Ebû Zer ise daha başka surette… Bu müşâhedeler gösteriyor ki, cinlerin temessül keyfiyetleri başka başkadır.”9)
  • Allahu Teâlâ eşyayı yaratan ve ona hükmeden biricik yaratıcıdır. … Bizi, bizim davranışlarımızı, eşya ve hâdiseleri, varlığı, varlığın değişik görünümlerini yaratan sadece ve sadece O’dur. Bu açıdan da Allah (celle celâluhu) her şeyin sahibidir. Ancak, bütün bunlarla beraber O, insana eşyaya müdahale etme hakkını da vermiştir. Melekler ve cinler ise böyle bir hakka sahip değillerdir.”10)
  • “… melekût âlemiyle irtibatını cinler vasıtasıyla da temin edenler vardır. Şunu kesin ve net bir dille ifade edeyim ki, bu yol, hiç mi hiç yol değildir. Zira cinler insanlara kıyasla, istidat ve kabiliyet bakımından çok daha düşük varlıklardır. Bunların söylediklerinin her zaman yüzde doksan dokuzunun yalan olma ihtimali söz konusudur.
  • Cinler çeşitli şekil ve kılıkta görünebilme kabiliyetine sahiptirler. Bu sebeple de, bazı insanları kandırmaları her zaman söz konusudur. Nitekim bu yolla onlar, pek çok insanı kandırıp iğfal etmişlerdir. Hatta bazılarını o denli kandırmışlardır ki; bu zavallılar kendilerini mehdi, hatta peygamber zannetmişlerdir.”11)
  • Cinler, şua ve enerji gibi varlık olduklarından, vücudun her tarafına nüfuz edebilme kabiliyetini haizdirler. Aslı cin olan şeytan için, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): ‘O, kanın damarlarda dolaştığı gibi, insan vücudunda dolaşır.’ buyurmaktadır. Bu hadisten anlaşıldığı gibi cinler , vücudun en iç organlarına kadar nüfuz edebilir ve orada bir kısım hastalıklara sebep ya da o hastalıklara engel olabilirler. Ancak onların, bu özelliklerinden istifade etme niyetiyle tedavi vb. hususlarda kullanılması, -o mevzudaki metod ve kıstasları kendi dünyalarına ait olacağından- çok defa tehlikeli olabilir.
  • Cinler, Kur’ân’da bildirildiği üzere, Levh-i Mahv ve İsbat’ta olan şeylere muttali olmaya çalışır; oradan gözlerine ilişen bilgileri alır ve daha sonra da onları kendi hesaplarına değerlendirebilirler. Bazen, böyle hırsızlık sonucu elde ettikleri şeyleri, kendilerine açık insanların kulaklarına fısıldar; Efendimiz’in ifadesiyle ‘gır gır’ eder ve çoklarını baştan çıkarırlar; zira bu bilgilerin yüzde 99’u kendi kattıkları yalanlarla doludur. Evet, belki bunlardan yüzde 1’i doğru çıkabilir; işte bu, diğer yalanlara referans olur.”12)
  • İnsanın her an Allah ile münasebeti güçlü olmadığından ervah-ı habîse, cinler ve şerirler onun boşluklarından girip ona tesir edebilirler. Burada bir kanundan bahsetmek istiyorum. Cin taifesinin, insanlarla alâkalarının olduğu bir gerçektir. Ancak bunların zararlı olmaları, insanın zarara müsait bir hâl içinde bulunmasına bağlıdır. Bu şerli taife, insanın isyan, laubalilik ve gaflet gibi hâllerinden istifade ederek bu açık deliklerden içeriye girebilir ve hükümlerini icra edebilirler. Ama onlar, teslimiyeti güçlü, kalbi her an ilâhî âlemle donanımlı kimselere asla tesir edemezler.”13)
  • “… Hazreti Süleyman (aleyhisselâm), cin ve şeytanları ve ervâh-ı habîseyi teshîr edip, şerlerini men ve umûr-u nâfiada istihdam etmeyi ifade eden şu âyetler: مُقَرَّنِينَ فِى اْلاَصْفَادِ * وَمِنَ الشَّيَاطِينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلوُنَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَ ilh. âyetiyle diyor ki; ‘Yerin, insandan sonra zîşuur olarak en mühim sekenesi olan cin, insana hizmetkâr olabilir. Onlarla temas edilebilir. Şeytanlar da düşmanlığı bırakmaya mecbur olup, ister istemez hizmet edebilirler ki, Cenâb-ı Hakk’ın evâmirine musahhar olan bir abdine, onları musahhar etmiştir.’
  • Cenâb-ı Hak mânen şu âyetin lisân-ı remziyle der ki: ‘Ey insan! Bana itaat eden bir abdime cin ve şeytanları ve şerirlerini itaat ettiriyorum. Sen de benim emrime musahhar olsan, çok mevcudat, hattâ cin ve şeytan dahi sana musahhar olabilirler.’
  • İşte beşerin, sanat ve fennin imtizâcından süzülen, maddî ve mânevî fevkalâde hassasiyetinden tezahür eden ispritizma gibi celb-i ervâh ve cinlerle muhâbereyi şu âyet, en nihayet hudûdunu çiziyor ve en faydalı sûretlerini tayin ediyor ve ona yolu dahi açıyor. Fakat şimdiki gibi, bazen kendine emvât nâmını veren cinlere ve şeytanlara ve ervâh-ı habîseye musahhar ve maskara olup oyuncak olmak değil, belki tılsımat-ı Kur’âniye ile onları teshir etmektir, şerlerinden kurtulmaktır.”14)
  • Cinnîler ise; onlar ile görüşmek ve görmek, değil sahabeler, belki avâm-ı ümmet dahi çoklarıyla görüşmeleri çok vuku buluyor. Fakat en kat’î, en sahih haber ile eimme-i hadis, bize diyorlar ki; İbni Mes’ud, ‘Batn-ı Nahle’de, ecinnilerin ihtidâsı gecesinde ecinnîleri gördüm ve Sudan kabilesinden Zutt denilen uzun boylu tâifeye benzettim. Onlara benziyordular.’
  • Hem meşhurdur ve hadis imamları tahric ve kabul ettikleri Hazreti Hâlid ibni Velid vak’asıdır ki; Uzzâ denilen sanemi tahrip ettikleri vakit, siyah bir kadın şeklinde, o sanem içinden bir cinniye çıktı. Hazreti Hâlid bir kılıç ile o cinniyeyi iki parça etti. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm), o hâdise için ferman etmiş ki: ‘Uzzâ sanemi içinde ona ibadet ediliyordu. Daha ona ibadet edilmez.’
  • Hem Hazreti Ömer’den meşhur bir haberdir ki, demiş: Biz Resûl-i Ekrem’in (aleyhissalâtü vesselâm) yanında iken, ihtiyar şeklinde, elinde bir asâ, ‘Hâme’ isminde bir cinnî geldi, iman etti. Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtü vesselâm), ona kısa sûrelerden birkaç sûreyi ders verdi. Dersini aldı, gitti. Şu âhirki hâdiseye, çendan bazı hadis imamları ilişmişler. Fakat mühim imamlar, sıhhatine hükmetmişler. Her neyse, bu nevide uzun söylemeye lüzum yok.. misalleri çoktur.
  • Hem deriz ki; Resûl-i Ekrem’in (aleyhissalâtü vesselâm) nuruyla, terbiyesiyle ve onun arkasında gitmesiyle, binler Şeyh-i Geylânî gibi aktâblar, asfiyalar, melâikeler ve cinler ile görüşmüşler ve konuşuyorlar.. ve bu hâdise, yüz tevâtür derecesinde ve çok kesrettedir. Evet, ümmet-i Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) melâike ve cinlerle temasları ve tekellümleri ise, Resûl-i Ekrem’in (aleyhissalâtü vesselâm) terbiye ve irşad-ı i’câzkârânesinin bir eseridir.”15)
  • “Nasıl ki taşlar, ağaçlar, kamer, güneş O’nu tanıyorlar, birer mucizesini göstermekle nübüvvetini tasdik ediyorlar. Öyle de, hayvanât tâifesi, ölüler tâifesi, cinler tâifesi, melâikeler tâifesi, o Zât-ı Mübarek’i tanıyorlar ve nübüvvetini tasdik ediyorlar ki; onlar, O’nu tanıdıklarını, her bir tâifesi bazı mucizâtını göstermekle gösteriyorlar ve nübüvvetinin tasdikini ilân ediyorlar.”16)
  • “Nasıl ki şimdi ispritizmacılar cinler ile muhabere nâmıyla şarlatanlık yapıyorlar. Dinin zararına âlet ederler diye çokça medar-ı bahs edilmez. Hem Hâtemü’l-enbiyâ’dan sonra, cinlerde peygamber gelmemiş. Hem Risale-i Nur, bu zamanda bir tâun-u beşerî olan maddiyyûnluk fikrini ibtal etmek için cinnî ve ruhânilerin vücudlarını kat’î hüccetler ile isbat etmeye çalışmış, bu meseleye üçüncü derecede bakmış, tafsilini başkalara bırakmış. Belki inşaallah Risale-i Nur’un bir şâkirdi, Sûre-i Rahmân’ı tefsir edip bu meseleyi de halleder.”17)
  • “Cenâb-ı Hak, müşavere yolunu öğretmek ile beşerin hilâfetindeki hikmetin sırrını melâikeye istifsar ettirmek üzere bu cümleyi [“Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” (Bakara, 2/30)] söyledi. Sâmiin zihni, üç noktayı nazara alarak harekete geçti:
  • 1. Melâike ne dediler?
  • 2. Taaccüple hikmeti sordular.
  • 3. Cinlere halife olmakla beraber, beşerde de kuvve-i gadabiye ve şeheviye halkedilmiştir. Bunlar, cinlerden daha ziyade fesat yapacaklardır.”18)

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 245.
2)
A..g.e. s. 250.
3)
A.g.e. s. 250–251.
4)
A.g.e. s. 270.
5)
A.g.e. s. 292–293.
6)
A.g.e. s. 307.
7)
M. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 135.
8)
A.g.e. s. 216–217.
9)
A.g.e. s. 221.
10)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 110.
11)
M. Fethullah Gülen, Prizma-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 129.
12)
M. Fethullah Gülen, Prizma-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 220.
13)
M. Fethullah Gülen, Kendi Ruhumuzu Ararken (Prizma-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 185.
14)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 274.
15)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 178–179.
16)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 171.
17)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 328.
18)
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 201.
cinler.txt · Son değiştirilme: 2024/04/29 10:03 Değiştiren: Editör