Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


halvet

Halvet

  • “Yalnızlık ve tek başına yaşama mânâlarına gelen halvet ve uzlet, bir anlamda, herhangi bir rehber ve mürşidin nezaretinde inzivaya çekilip vaktini ibadetle geçirmekten ibarettir. Diğer bir tefsire göre ise o, kalbi bâtıl itikadlardan, karanlık duygulardan, çirkin tasavvurlardan ve Hak’tan uzaklaştıran tahayyüllerden arındırarak, bütün mâsivâya (Hak’tan gayri her şey) karşı kapanıp letâifin dili ile Hak’la sohbetin değişik bir unvanıdır. Uzlet, halvetin bir buudu, riyâzât da diğer buududur.”1)
  • Halvetin riyâzât buudu; nefsi, bedenî arzulara karşı gemlemek ve meâlîye müştak olan ruhu, kemalât-ı insaniye semalarına doğru şahlandırmaktır. Evet, ancak, riyâzât ile nefse gem vurulabilir; riyâzât ile o, kötü duygu ve tutkulardan vazgeçirilebilir; riyâzât ile teslimiyet ve inkıyada zorlanabilir ve riyâzât ile mahviyet ve tevazua alıştırılarak ayaklar altındaki topraklar hâline getirilebilir ki; güllere saksılık yapmanın yolu ve erkânı da budur.”2)
  • Halvette asıl olan, gönül gözünün asla ağyâra kaymaması ve gece-gündüz demeden Cenâb-ı Hakk’ın teveccühüne hazır olup beklemesidir. Bu bekleyiş aynı zamanda pasif bir bekleyiş de değildir. Bu bekleyiş, kalbe akacak vâridâtı kaçırmama heyecanı içinde, gönül gözleri açık ve Hak’la halvet âdâbıyla geçirilen temkinli bir bekleyiştir.”3)
  • “Tenha bir yere çekilme, inzivada bulunma ve yalnızlığı intihab etme mânâlarına gelen halvet, sofîlere göre, halktan uzletle bütün bütün Hakk’a yönelip, duyuş, seziş, zevk ve hâl çerçevesinde her zaman O’nunla bulunmak, O’nu duymak, O’nu bilmek, O’na tahsis-i nazar etmek, gönülden O’nunla hâlleşmek ve zâhir-bâtın duygularla O’na bağlanmak; muztar kaldığında içini O’na dökmek ve hâlini sadece O’na açmak… gibi hususların bütününe hamledile gelmiştir.
  • Halvette esas olan, ruhun tasfiyesi, nefsin tezkiyesi ve vicdan sisteminin bütünüyle Cenâb-ı Hakk’a teveccüh ederek O’nun maiyyetine ermesidir. Böyle bir teveccüh ve maiyyete erme neticesinde hak yolcusunun bir kısım vâridlerle desteklenmesi, ilham esintilerine mazhariyeti, hatta ‘bî kem u keyf’ Hak’la söyleşmesi –ki, erbabı ona ‘necvâ’ der– gibi hususlar, tamamen onun cehdine ve samimiyetine lütfedilen birer mevhibe-i ilâhiyedir; gaye değildirler, istenilmeleri de sû-i edebdir. Dahası, amelin onlara bina edilmesi, apaçık hedeften sapma ve kazanma kuşağında kaybetme demektir. Kâmil ruhlar bu kabîl şeylerin talepsiz gelenlerinden bile ürkmüş, istidraç olabileceği endişesiyle sarsılmış ve bu tür mazhariyetleri ahiretin bâki meyvelerini dünyada fâni bir surette yiyip bitirme sayarak: ‘Allahım, Sen o vâridâtı arzu edenlere ver; / Bana sadece dîdârına giden yolları göster.’ demiş ve sürekli O’na tahsis-i nazar etme üzerinde durmuşlardır.”4)
  • “Erbabınca hep böyle değerlendirilegelen halvet, bazı mutasavvıfînce çerçevesi biraz daha daraltılıp surî inzivalara bağlanarak, çilehanelerde ‘kıllet-i kelâm’, ‘kıllet-i taâm’, ‘kıllet-i menâm’ ve ‘uzlet ani’l-enâm’ şeklinde yorumlanmıştır ki; biz bunu, ‘Çile’ ya da ‘Erbaîn’ başlıklarıyla sunmaya çalıştığımız konulara bağlayabiliriz. Meseleye bu zaviyeden yaklaşan mutasavvıfîn; teferruatta bir kısım farklılıklar arz etse de, hemen her dinde ve her ruhanî sistemde halvetin var olduğundan bahisler açmış ve onun evrenselliğini vurgulamışlardır. Onlar, Hz. Musa’nın (alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm) Eyke’deki on senelik ikametini, Tur’daki kırk günlük mîkâtını, İsrailoğulları’nın Tih’deki kırk senelik maceralarını, Hz. Meryem’in وَاٰوَيْنَاهُمَۤا إِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ ‘Onları, suyu çağlayan ve ikamete elverişli bir tepeye yerleştirip barındırdık.’ âyetiyle anlatılan uzletini, nihayet Hz. Ruh-u Seyyidi’l-Enâm’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ‘tehannüs’ unvanıyla Hira’daki ibadete bağlı yalnızlığını hep halvet şeklinde yorumlamış ve onun ruh tasfiyesi ve nefis tezkiyesi adına mutlak bir esas olduğu üzerinde ısrarla durmuşlardır. Bu hâdiselerin açıkça halvete me’haz teşkil etmediği söylense de, halvette, bir ‘beyt-i Hudâ’ olan kalbin ağyâr düşüncesinden arındırılması ve onun hususî bir kısım temrinlerle lebrîz edilerek, ilâhî tecellîleri intizara müsait hâle getirilmesi de bir gerçektir.
  • Evet, halvet, halvet olarak değil, hâne-i dilde Yâr sohbetine vesile olması açısından önemlidir. Bu yönüyle de ona, seyr-i ruhanînin bir buudu, Hakk’a vuslat ve maiyyete ermenin de bir yolu nazarıyla bakabiliriz.”5)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 65.
2) , 3)
A.g.e. s. 66.
4)
A.g.e. s. 491.
5)
A.g.e. s. 491–492.
halvet.txt · Son değiştirilme: 2024/05/05 13:29 Değiştiren: Editör