Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


gayb

Gayb

  • Görünmeyen. Hâzır olmayan.
  • “… yeryüzünde cari her hâdisenin verâsında, yani her fizik vak’asının verâsında bir metafizik güç ve kuvvet vardır. Her mülkün verâsında bir melekût, her şehadetin verâsında da bir gayb vardır.”1)
  • Allah, kâinat ve insan konusunda son sözü, varlık ağacının çekirdeği, kâinat kitabının ille-i gâiyesi ve Hakk’a davetin en gür sesi olan Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) söylemiştir. ‘Gayb’ ve ‘Gaybü’l-gayb’ın son habercisi O, eşya ve hâdiselerin yanıltmayan yorumcusu O, insan ve Yaratıcı münasebetini hem de herhangi bir iltibasa meydan vermeyecek şekilde ortaya koyan O ve böyle bir münasebetin gereklerini açık-seçik belirleyen de O’dur. O, bir yönüyle ilk ve Hakk’a en yakın, diğer yönüyle de son, fakat en emin bir kurbet rehberidir.”2)
  • “‘Allah Resûlü, mutlak olarak gaybı biliyordu.’ demek, bir ifrat; ‘Bilmiyordu.’ demek de bir tefrittir. O kendi olarak gaybı bilmezdi. Ancak Allah’ın bildirmesiyle öyle bir bilirdi ve bilmişti ki, bir ekranın başında durmuş da, kıyamete kadar zuhur edecek bütün hâdiseleri, ana hatlarıyla ve temel esaslarıyla şerh edip insanlığın gözünün önüne sermişti.
  • Bizim üzerinde hassasiyetle durmak istediğimiz mesele de işte budur. O, kendiliğinden bir şey söylemiyordu; söyledikleri hep vahiy ve Cenâb-ı Hakk’ın bildirdikleriydi. Bildiren Allah (celle celâluhu) olduktan sonra sadece peygamberler ve Peygamberimiz değil, ümmet arasında bir kısım yetişkin kimseler dahi, keramet olarak gayba muttali olabilirler. Nitekim Allah Resûlü: ‘Benim ümmetim arasında bir kısım mülhemûn vardır.’ buyururlar ki, Allah’ın (celle celâluhu) ilhamına mazhar insanlar demektir.”3)
  • “Allah’la münasebette derinleşen bir insan, gayb âlemine muttali olur, melâike-i kiramla görüşebilir, cinlerle münasebete geçer, ruhanîlerle muhabereye girişebilir, Hızır’ı (aleyhisselâm) görür, hatta onun makamına yükselir.. Hazreti Mesih’le hem dem olur; Hazreti Mehdi ile tecdit musahabesinde bulunur… Evet, insan Allah ile münasebette derinleşir, şekilden, suretten kurtulup ruhun bütün dinamiklerini Allah’a vâsıl olmada kullanabilirse, olur bütün bunlar.”4)
  • “… şu âlem-i şehadet, görünmeyen gayb âlemi üzerinde tenteneli bir perdedir. Cinler, melekler, ruhanîler de o perdenin arkasındadır. Vasıtalı vasıtasız, oraya ıttılaımız ölçüsünde, perde arkası o varlıklarla tanışma imkânı olacaktır.”5)
  • Gayb, bilinmesini Cenâb-ı Hakk’ın sadece kendi Zâtına tahsis ettiği meselelerdir. Diyelim ki, gelecek sene veya önümüzdeki beş on sene içinde nereye ne miktarda yağmur yağacak bütün ayrıntılarıyla bunu bilmek gaybı bilmek olur ama, yarın nereye yağmur yağacağını tahmin etmek, gaybı bilmek değildir. Hem bazen söylenenlerin çıkmaması, bazen de söylendiği gibi çıkmaması da çok iyi bilmediklerini gösteriyor ki, zaten söyleyenler de söylediklerine ‘tahmin’ demektedirler.”6)
  • “… basiret ve firaseti açık kimseler, çehresine baktıkları insanın sima sında, onun bir kısım mukadderatını sezebilirler. Bunlar gaybı bilmek değildir. Çünkü onlara göre kadere ait sırlar, işaretler şeklinde insan vücudunda şekillenmiş durumdadır. Bu işaretleri bilmeyenlere göre, söylenenler gaybî olsa dahi, hakikî mânâda gayb bu kabîl malumatla sınırlı tutulamaz. Yani bu söylediklerimiz, ‘Gaybı ancak Allah bilir.’ hükmüne zıt değildir.”7)
  • “Bazen de ‘O müttakiler ki, görünmeyen âleme (gayba) inanırlar. Namazlarını tam dikkatle ifa ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler.’ şeklinde icmalî ifadeler kullanılmıştır. Mutlak ve mukayyed olmak üzere değişik gayblar olması itibarıyla, ‘Gayba iman ederler.’ sözüyle herhalde gayba taalluk eden her şey murad edilmiş; yani, iman esaslarının tamamı kastedilmiştir. Bu iki âyette de doğrudan doğruya ‘İman edin’ emri yoksa da mü’minlerin vasıfları ortaya konularak mü’min olma yol ve şartları gösterilmiş; böylece de iman zımnen emredilmiştir.
  • Gayb-ı mutlak bizim için, bilinmezlik mânâsına değil, ihata ve idrak edilmezlik mânâsına Zât-ı Ulûhiyet’tir; ulûhiyet hakikatidir. Meleklere inanma gibi diğer iman esasları ise mutlak gayb değildir, bizim gibi kimseler için gaybdır. Çünkü peygamberler melekleri görmüşlerdir, hatta bazı evliyanın da onlarla münasebeti olabilir.”8)
  • “… her şey O’nun nurundan, nurunun tecellisinden meydana gelmiştir. O’nun nuruyla tecellî ve inkişaf etmektedir. Mutlak ve asıl nur O’nundur. O’ndan başkasına nur isnadı ya havassın mecazı ya da avamın cehaletidir. Herkes bunu böyle bilmiyorsa, bu, O’nun zıddı ve niddi olmamakla beraber şiddetli tecellî ve müzahemesiz vicdan ufuklarındaki kemmiyetsiz keyfiyetsiz zuhurundandır. Evet bazen gayb, ihatanın önemli bir kapısı olduğu gibi şiddet-i zuhur da bazen hafânın menfezi hâline gelir.”9)
  • “Başta, umum enbiyâ ve mürselîn olmak üzere, bütün evliyâ, asfiyâ, ebrâr ve mukarrabînin –bir başka zaman teker teker bu kelimelerin ne mânâya geldiklerini ifade etmeye çalışacağız– ilimleri, Cenâb-ı Hak tarafından vahiy ve ilham unvanıyla gönüllere ilkâ edilmiş bilgi ve mârifet olması itibarıyla, hemen hepsi de bir çeşit ilm-i ledün sayılır. Hususiyle de, ‘akrabu’l-mukarrabîn’ olan İlm-i Ledün Sultanı’nın hem gayb-ı mutlak hem de gayb-ı mukayyetle alâkalı her türlü bilgi ve mârifeti –bununla, gayb ilmi, esrar ilmi ve vicdan kültürünü kastediyoruz– ilm-i ledün nev’indendir.”10)
  • “… insanların gönüllerine esrar-ı ilâhîyi duyurma hizmetleri açısından bunlara ‘ricâlü’l-feth’, herkes tarafından her zaman bilinip tanınmamaları itibarıyla ‘ricâlü’l-gayb’, çok defa cezb u incizab yaşamaları zaviyesinden ‘ricâlü’l-kuvve’, her zaman afv u safh yolunda yürüyüp, kendilerine kötülük yapanlarla bile iyi münasebetler peşinde olmaları bakımından da ‘ricâlü’l-mennân’ denir.”11)
  • “(Kur’ân-ı Hakîm), … şu âlem-i şehâdet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliyenin hazinesi(dir).”12)
  • “… denizin balığa nisbeti gibi, ervaha muvâfık olan âlem-i gayb ve âlem-i mânâ, ervâhlar ile dolu olmak iktiza eder.”13)
  • “Rasathânelerdeki âletle, bir yağmurun mukaddemâtını hissedip vaktini tâyin etmek, gâibi bilmek değil, belki gâipten çıkıp âlem-i şehâdete takarrübü vaktinde bazı mukaddemâtına ıttılâ suretinde bilmektir. Nasıl, en hafî umûr-u gaybiye vukûa geldikte veyahut vukûa yakın olduktan sonra hiss-i kable’l-vukû’un bir nev’iyle bilinir. O, gayb ı bilmek değil; belki o, mevcudu veya mukarrebü’l-vücudu bilmektir.”15)
  • “Hem kendi sanatını beğendirmek ve nazar-ı dikkati celbetmek ve masnûunu ve seyircilerini memnun etmek için her şeyde öyle bir nazik sanat ve ince hikmet ve âlî zînet ve şefkatli bir tertip ve tatlı vaziyet görünüyor. Bedâhet derecesinde anlaşılır ki, kendini zîşuurlara bildirmek ve tanıttırmak isteyen perde-i gayb arkasında öyle bir sanatkâr var ki, her bir sanatıyla çok hünerlerini ve kemâlâtını teşhir ile kendini sevdirmek ve medh ü senâsını ettirmek ister.”17)
  • “Her şeyin bâtını zâhirinden daha âlî, daha kâmil, daha latîf, daha güzel, daha müzeyyen olduğu gibi; hayatça daha kavî, şuurca daha tamdır. Ve zâhirde görünen hayat, şuur, kemâl ve sâire ancak bâtından zâhire süzülen zayıf bir tereşşuhtur. Yoksa bâtın câmid, meyyit olup da ilim ve hayatı dışarıya vermiş olduğuna zehaba ihtimal yoktur.
  • Evet karnın (miden) evinden; cildin, gömleğinden ve kuvve-i hâfızan, senin kitabından nakış ve intizamca daha yüksek ve daha gariptir. Binâenaleyh âlem-i melekût, âlem-i şehâdetten; âlem-i gayb, dünya ve âhiretten daha âlî ve daha yüksektir. Maalesef nefs-i emmâre, heva-yı nefis ile baktığı için zâhiri hayatlı, ünsiyetli bir perde gibi, meyyit ve zulmetli ve vahşetli zannettiği bâtın üstüne serilmiş olduğunu görüyor.”18)
  • “Dördüncü Burhan: Âlem-i gayb ve şehâdetin nokta-yı iltisakı ve berzahı ve iki âlemden birbirine gelen seyyaratın mültekası vicdan denilen fıtrat-ı zîşuurdur. Evet fıtrat ve vicdan akla bir penceredir. Tevhidin şuâını neşrederler.”19)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Yol Mülahazaları (Prizma-6), İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 234.
2)
M. Fethullah Gülen, Kendi Dünyamıza Doğru (Ruhumuzun Heykelini Dikerken-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 149.
3)
M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 118.
4)
M. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 181.
5)
A.g.e. s. 216.
6)
M. Fethullah Gülen, Asrın Getirdiği Tereddütler-3, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 54.
7)
M. Fethullah Gülen, Kitap ve Sünnet Perspektifinde Kader, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 30.
8)
M. Fethullah Gülen, Sohbet-i Cânan (Kırık Testi-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 28.
9)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 294.
10)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 495.
11)
A.g.e. s. 509.
12)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 256.
13)
A.g.e. s. 556.
14)
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 7.
15)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 139.
16)
A.g.e. s. 418.
17)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 72–73.
18)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 167.
19)
A.g.e. s. 228.
gayb.txt · Son değiştirilme: 2024/03/13 18:42 Değiştiren: Editör