Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


mucahede

Mücahade

  • İnsanın teşebbüslerinde ciddî olması, güç ve takatını tam olarak ortaya koyması diyebileceğimiz mücahede; gönül erbabınca, iradenin hakkını vermek, nefis ile savaşmak, onu yenebilme yollarını araştırmak, bedenin istekleriyle dinin emirleri –velev müstehab ve âdâb olsun– çakıştığında tercihlerini her zaman din istikametinde gerçekleştirmek; yemede, içmede, uyumada, konuşmada zarurî olanla iktifa edip, ibadet ü taat ve hayrât u hasenâtta iyiliğe doymamak demektir.
  • Öteden beri erbab-ı mârifetin; maddî mücahede, mânevî mücahede; diğer bir tasnifle ‘cihad-ı asgar’, ‘cihad-ı ekber’ diye tahlil edegeldiği mücahede, nefis ve şeytana karşı, mesavi-i ahlâk diyebileceğimiz fenâ huy ve fenâ davranışlara karşı ve kendi şartları içinde zarurî hâle gelince, düşmana karşı savaşın, direnmenin, tetikte olmanın, teyakkuzun ve hazırlıklı bulunmanın unvanı olmuştur. Nefis, şeytan ve mesavi-i ahlâka karşı; hatta iman, ibadet ve güzel ahlâk duygusunu yerleştirme istikametindeki gayretlerin bütünü ‘cihad-ı ekber’, diğerleri de ‘cihad-ı asgar’ olarak mütalâa edilmek suretiyle konu iki ana bölüme ircâ edilmiştir. İlim ve fikir yoluyla insanlara hizmet etmemiz, söz veya davranışlarımızla iman, İslâm hakikatlerini ve Muhammedî ahlâkı içimize sindirerek, vicdanlarımızda duyarak önce temsil sonra da tebliğ etmemiz, her iki cihad ruhunun da halitası olması itibarıyla, her iki mücahedeye ait hususî meziyetlerin bütününü birden ihtiva eder.”1)
  • “… sofîlerden bir kısmı, ibadeti avamın kulluk hizmeti, ubûdiyeti şuur ve basîret insanlarının ifa ettiği vazife, ubûdeti de saflar üstü safların sorumluluklarını yerine getirmeleri şeklinde tarif etmişlerdir ki; birincisi, mücahede insanının işi, ikincisi, aşılmaz zorlukları göğüsleyen civanmertlerin tavrı, üçüncüsü de, kalb ve ruhlarının enginlikleri ile Hakk’a müteveccih olanların hâli olarak yorumlanabilir.”2)
  • “Hayat, çocuklukta bir tomurcuklaşma ve neş’e; gençlikte metafizik gerilim ve mücahede ruhu; ihtiyarlıkta dostlara kavuşma arzusuyla hep canlı kalmanın adıdır. Ne acıdır ki, inkârcı göz, onu kâh bir komedi, kâh bir trajedi gördü ve insanoğlundaki şevk ve şükür düşüncesini öldürdü!”3)
  • “Bütün bunları aşabilme, nefsin bu tür oyun ve hilelerinin üstesinden gelebilme ise marifetullaha, Allah’la münasebetteki derinliğe bağlıdır. Zira böyle bir derinliğe ulaşan insan, fiiller âleminde cereyan eden bütün işleri esmâ-i ilahiyenin tezahürlerinden ibaret görecektir. Bu konuda daha da ileri giden biri, ‘Bütün bunlar sıfât-ı sübhaniyenin tecellilerinden ibaret.’ diyecektir. Bunun bir sonraki adımı ise sıfât ve esmânın da hafızadan silinip gitmesi ve maddî dünyada cereyan eden her şeyin ‘itibârât ve şe’n-i rububiyetin’ gereği olarak görülmesidir. Ne var ki böyle bir ufka ulaşmak hiç de kolay değildir. Ciddi bir mücahede ve mücadele ister.”4)
  • “Bir zaman, evliya-yı azîmeden, nefs-i emmâresinden kurtulanlardan birkaç zâttan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmâreden şekvâlarını gördüm. Çok hayret ediyordum. Hayli zaman sonra, nefs-i emmârenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve âsâb, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmârenin son tahassungâhı bulunan ve nefs-i emmâreyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren bir mânevî nefs-i emmâreyi gördüm. Ve anladım ki o mübârek zâtlar, hakikî nefs-i emmâreden değil, belki mecazî bir nefs-i emmâreden şekvâ etmişler. Sonra gördüm ki İmam Rabbânî dahi bu mecazî nefs-i emmâreden haber veriyor. Bu ikinci nefs-i emmârede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemlerle nefret edip, veya tam bir fedailiğe her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur’un erkânları gibi, her şeyini, enâniyetini bıraksın. Bu acîb asırda dehşetli bir aşılamak ve şırıngayla hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmâre ittifak edip öyle seyyiâta, öyle günahlara severek giriyor. Kâinatı hiddete getiriyor.”5)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 404–405.
2)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 102–103.
3)
M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 144.
4)
M. Fethullah Gülen, Işık-Karanlık Devr-i Daimi (Kırık Testi-20), New Jersey: Süreyya Yayınları, 2023, s. 94–95.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 199–200.
mucahede.txt · Son değiştirilme: 2024/04/08 19:21 Değiştiren: Editör