tevehhum-u_ebediyet
İçindekiler
Tevehhüm-ü Ebediyet
- “Tevehhüm-ü ebediyet, insanın kendisini ebedî ve lâyemût (ölmeyecek) zannetmesi, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya bağlanması, yaşamak için yaşaması, peşin zevk-safa ve ücretlerle avunarak sadece hâlihazırı yaşaması, geçmiş ve geleceği umursamaması demektir.
- Tevehhüm-ü ebediyet hissi insanda bazen o derece gelişir ki ferdin hayatını bütün bütün tesiri altına alır. Hatta insan, kendi hayatını bırakır, içinde yaşadığı dünyanın hayatı ile alâkadar olmaya durur ve sadece kıyametin kopmasını düşünür; evet sanki onun için endişe verici başka bir şey yokmuş gibi sadece ondan endişelenir, onunla meşgul olur. İki veya üç bin sene sonra da olsa, münhasıran kıyametin kopacağından endişe duyar. İşte bütün bunlar, tevehhüm-ü ebediyetten kaynaklanmaktadır. Çünkü insan kendi ölümünü düşünmemekte, içinde yaşadığı dünyanın ölümüyle ilgilenmektedir.”1)
- “Netice itibarıyla tevehhüm-ü ebediyet, bazen bir gafletten kaynaklanmakta, gaflet ise tefekkürsüz yaşamaktan doğmaktadır. Bunu delecek önemli bir husus ‘rabıta-i mevt’, diğeri de ölüm ötesini rasat etme ufku sayılan hastaneler ve hastaların halleridir. Evet, ne zaman insan, bir kısım hastalıklara, arızalara veya mal, can, evlât konularında bir imtihana maruz kalsa işte o zaman ondaki bu düşünce delik deşik olur.
- Hâsılı, tevehhüm-ü ebediyet düşüncesini ne ile deleceksek ve bu atmosferi ne ile parçalayacaksak parçalamamız gerekmektedir. Yoksa bu duygu bizi boğar da, gerçek insanlık atmosferi ne bir türlü yükselemeyiz; yükselip Rabbimiz’in rahmetiyle münasebete geçeceğimiz atmosferi bulamayız. Biz iki hususu hep canlı tutmalıyız: Tefekkür ameliyesi ve rabıta-i mevt (ölümü düşünme). Bunlar aynı zamanda ehl-i tarikat, ehl-i tasavvuf ve erbab-ı hakikatin hayatlarında uyguladıkları hususlardır.”2)
- “Hazreti Pîr’in de ifade ettiği üzere, tûl-i emelin arkasında tevehhüm-ü ebediyet (insanın dünyada ebedî kalacakmış kuruntusu) vardır. Aslında bu da insanın içindeki ebediyet arzusundan kaynaklanmaktadır. İnsan, ebet için yaratılmıştır. Bu yüzden de Ebedî Zât’tan başka hiçbir şey onu tatmin etmeyecektir. Ebediyet duygu ve tutkusu insana Allah’ın rızasını kazanmak, Cennet’e namzet olmak ve Cehennem’den uzak kalmak için verildiği hâlde eğer insan bu duyguyu yanlış yere yönlendirirse tûl-i emele kapılır; sonrasında da makam ve mevkilerin, mal ve menalin, haz ve lezzetlerin peşinde tatmin aramaya başlar.”3)
- “… gerek tevehhüm-ü ebediyet ve tûl-i emel duygusunun ağır basmasından, gerek zamanla ülfet ve ünsiyetin hâsıl olmasından, gerek öndekilerin kötü temsilinden, gerekse dünyanın cazibedar güzelliklerinin bize göz kırpmaya başlamasından, her neden kaynaklanırsa kaynaklansın, eğer baştaki safvet ve samimiyetimizi koruyamıyor ve içimizde bir çözülme yaşıyorsak mutlaka kendimizi bir kez daha gözden geçirmeli ve yenilenmeye gitmeliyiz.”4)
- “Dünya sevgisi ve tûl-i emel birbirini destekleyen ve besleyen hususlardır. Dünyayı seven insan, hiç ölmeyecekmiş gibi beklentilere girer, hep orada kalacakmış gibi yaşar. Tûl-i emelin başlangıcında da tevehhüm-ü ebediyet (ebediyet vehmi, kuruntusu) vardır. Yani insanın hiç ölmeyecekmiş gibi hissetmesi.”5)
- “Esasında dünya hayatı bilerek tercih edilecek bir yer değildir. Çünkü akıbeti bellidir. İnsan istese de burada kalamaz. Önünde kabre giden bir yolculuk vardır. Hz. Pîr, tûl-i emel ve tevehhüm-ü ebediyet yüzünden dört elle dünyaya sarılan, varsa da yoksa da dünya diyen kimselerin nasıl bir yanılgı içinde olduklarını şöyle anlatır: ‘Eyvah, aldandık! Şu dünya hayatını sabit zannettik, o yüzden bütün bütün ziyan ettik. Evet, şu hayat yolculuğu bir uykudur, bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür de bir rüzgâr gibi uçar, gider.’6) ”7)
- “… tamah, açgözlülük ve doyma bilmeme de insan için önemli zaaf noktalarından biridir. Niceleri bu zaafları sebebiyle batmıştır. Bu duygunun kaynağı, tevehhüm-ü ebediyet ve tûl-i emeldir, yani hiç ölmeyecekmiş gibi yaşama arzusu ve bu arzu sebebiyle aşırı şekilde dünyaya bağlanma.”8)
- “… mârifetullah; iradeyi, imanı takviye eden ve besleyen çok önemli bir faktördür. Bir misalle izah etmek gerekirse; meselâ siz, mütrefin hayatı gibi bir hayat yaşamayı arzu ettiniz ve bu hususta çeşitli düzenlemelere başladınız; ardından hayat standardınızı yükseltme çabası içine girdiniz. İşte o anda mârifetullah imdada yetişebilir. Burada birinin başından geçen bir hâdiseyi nakletmekte yarar var. Kim bilir belki de arz edeceğim şey objektif değildir; ama yine de nakletmek istiyorum: Bir gün bu arkadaşı denize nâzır bir ev e götürür ve balkonda otururlar. O anda içine birdenbire böyle güzel yerlerde yaşama arzusu düşer. Arkadaşlarının şehadetiyle hemen oradan kalkar ve bir daha o balkona oturmaz; zira o manzara onun tûl-i emel duygusunu beslemiş ve onda tevehhüm-ü ebediyet düşüncesine yol açmıştır. İşte o anda o, böyle bir isteğe karşı mârifetullah ve bir dakika müşâhedesine Cennet’in binlerce sene mesudane hayatı, ona mukabil gelmeyen Cemalullah ’ı seyir arzusu ile o vartadan kendini kurtarabilmiştir.”9)
- “İnsanın fıtratında bekâya karşı gayet şedid bir aşk var. Hattâ her sevdiği şeyde kuvve-i vâhime cihetiyle bir nevi bekâ tevehhüm eder, sonra sever. Ne vakit zevâlini düşünse veya görse, derinden derine feryad eder. Bütün firâklardan gelen feryadlar, aşk-ı bekâdan gelen ağlamaların tercümanlarıdır. Eğer tevehhüm-ü bekâ olmazsa muhabbet edemez. Hattâ denilebilir ki, âlem-i bekânın ve ebedî cennet in bir sebeb-i vücudu, şu mâhiyet-i insâniyedeki o şiddetli aşk-ı bekâdan çıkan gayet kuvvetli arzu-yi bekâ ve bekâ için fıtrî umumî duâdır ki, Bâkî -i Zülcelâl o şedid sarsılmaz fıtrî arzuyu, o tesirli kuvvetli umumî duâyı kabul etmiştir ki, fânî insanlar için bâkî bir âlemi halk etmiş.”10)
- “… ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat, Kur’ân-ı Hakîm’in كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ اْلمَوْتِ { اِنَّكَ مَيِّتٌ وَاِنَّهُمْ مَيِّتُونَ gibi âyetlerinden aldığı dersle, râbıta-yı mevt i sülûklarında esâs tutmuşlar, tûl-ü emel in menşei olan tevehhüm-ü ebediyeti o râbıta ile izâle etmişler. Onlar farazî ve hayalî bir sûrette kendilerini ölmüş tasavvur ve tahayyül edip ve yıkanıyor, kabre konuyor farz edip, düşüne düşüne nefs-i emmâre o tahayyül ve tasavvurdan müteessir olup uzun emellerinden bir derece vazgeçer.”11)
- “Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapanmıyor ve dünya misafirhânesinde yolcular gayet sürat ve telâşla kâfile kâfile arkasında, toprak arkasına girip kayboluyorlar; elbette pek yakında birbirimizden ayrılacağız. Siz zulmünüzün cezâsını dehşetli bir sûrette göreceksiniz. Hiç olmazsa mazlûm ehl-i iman hakkında terhis tezkeresi olan ölümün, idam-ı ebedî darağacına çıkacaksınız. Sizin dünyada tevehhüm-ü ebediyet le aldığınız fânî zevkler, bâkî ve elîm elemlere dönecek.”12)
- “Ehl-i gaflet ve dalâlet, şu beş hakikatteki saadet ve müjdeden mahrumdurlar. Onların hâli ne kadar elîm olduğunu şununla kıyas ediniz ki; bir ihtiyar hanım, gayet sevdiği sevimli bir tek çocuğunu sekeratta görüp, dünyada tevehhüm-ü ebediyet hükmünce, gaflet veya dalâlet neticesinde mevti, adem ve firâk-ı ebedî tasavvur ettiğinden, yumuşak döşeğine bedel kabrin toprağını düşünüp gaflet veya dalâlet cihetiyle, Erhamü’r-râhimîn’in cennet-i rahmetini, firdevs-i nimetini düşünmediğinden, ne kadar me’yusâne bir hüzün ve elem çektiğini kıyas edebilirsin.”13)
Ayrıca Bakınız
İlave Okuma
- M. Fethullah Gülen, “Tevehhüm-ü Ebediyet”
Dipnotlar
1)
M. Fethullah Gülen, Zihin Harmanı (Prizma-7), İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 23.
2)
A.g.e. s. 26–27.
3)
M. Fethullah Gülen, Dert Musikisi (Kırık Testi-16), New Jersey: Süreyya Yayınları, 2019, s. 194–195.
4)
A.g.e. s. 196.
5)
M. Fethullah Gülen, Işık-Karanlık Devr-i Daimi (Kırık Testi-20), New Jersey: Süreyya Yayınları, 2023, s. 110.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 227.
7)
A.g.e. s. 112.
8)
A.g.e. s. 181.
9)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 333.
10)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 18–19.
11)
A.g.e. s. 204.
12)
A.g.e. s. 319.
13)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 84.
tevehhum-u_ebediyet.txt · Son değiştirilme: 2024/03/21 11:15 Değiştiren: Editör