Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


olum

Ölüm

  • Hayatı veren de ölümü yaratan da O’dur.” (A’râf, 7/158).
  • “Her canlı, her an ölümü tatmaktadır.” (Âl-i İmran, 3/185).
  • “Uyku, ölümün kardeşidir.”1)
  • “… nasıl zemin yüzündeki masnûat ve zîhayatlar ve hayattar zemin yüzü, bir Sâni-i Hakîm’in vücub-u vücûduna ve vahdâniyetine şehâdet ediyorlar. Öyle de: O zîhayatlar ölümleriyle bir Hayy-ı Bâkî’nin sermediyetine ve vâhidiyetine şehâdet ediyorlar.”2)
  • “… sırr-ı ihlas ile samimî tesanüd ve ittihad, hadsiz menfaate medar olduğu gibi; korkulara hattâ ölüme karşı en mühim bir siper, bir nokta-yı istinaddır. Çünkü ölüm gelse, bir ruhu alır. Sırr-ı uhuvvet-i hakikiye ile rıza-yı ilâhî yolunda, âhirete müteallik işlerde, kardeşleri adedince ruhları olduğundan biri ölse, ‘Diğer ruhlarım sağlam kalsınlar; zira o ruhlar her vakit sevabları bana kazandırmakla mânevî bir hayatı idame ettiklerinden ben ölmüyorum.’ diyerek ölümü gülerek karşılar. ‘Ve o ruhlar vasıtasıyla sevab cihetinde yaşıyorum, yalnız günah cihetinde ölüyorum.’ der, rahatla yatar.”3)
  • İhlası kazanmanın ve muhâfaza etmenin en müessir bir sebebi, ‘râbıta-yı mevt’tir. Evet, ihlası zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden, tûl-i emel olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlası kazandıran, râbıta-yı mevttir. Yani, ölümünü düşünüp dünyanın fâni olduğunu mülâhaza edip, nefsin desîselerinden kurtulmaktır.”4)
  • “Eğer hastalık olmazsa, sıhhat ve âfiyet gaflet verir, dünyayı hoş gösterir, âhireti unutturur. Kabri ve ölümü hatırına getirmek istemiyor, sermaye-i ömrünü bâd-i hevâ boş yere sarf ettiriyor. Hastalık ise, birden gözünü açtırır. Vücuduna ve cesedine der ki: ‘Lâyemut değilsin, başıboş değilsin, bir vazifen var. Gururu bırak, seni Yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.’”5)
  • Ölüm, sûreten göründüğü gibi dehşetli değil. Çok risalelerde gayet kat’î, şeksiz, şüphesiz bir sûrette, Kur’ân-ı Hakîm’in verdiği nur ile isbât etmişiz ki: Ehl-i îmân için ölüm, vazife-i hayat külfetinden bir terhistir; hem dünya meydanındaki imtihanda, talim ve talimat olan ubudiyetten bir paydostur; hem öteki âleme gitmiş yüzde doksan dokuz ahbap ve akrabasına kavuşmak için bir vesîledir; hem hakikî vatanına ve ebedî makam-ı saâdetine girmeye bir vasıtadır; hem zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana bir davettir; hem Hâlık-ı Rahîminin fazlından, kendi hizmetine mukâbil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir. Madem ölümün mâhiyeti hakikat noktasında budur; ona dehşetli bakmak değil, bilâkis rahmet ve saâdetin bir mukaddimesi nazarıyla bakmak gerektir.”6)
  • “… herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım, nur-u Kur’ân ile gördüm ki; ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de; fakat mümin için asıl sîması nuranîdir, güzeldir gördüm. Ve çok risalelerde bu hakikati kat’î bir sûrette isbât etmişiz. Sekizinci Söz ve Yirminci Mektup gibi çok risalelerde izah ettiğimiz gibi; ölüm idam değil, firâk değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddimesidir, mebdeidir ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kâfile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hâkezâ bunlar gibi hakikatler ile ölümün hakikî güzel sîmasını gördüm. Korkarak değil, belki bir cihetle müştâkâne mevtin yüzüne baktım. Ehl-i tarîkatça râbıta-yı mevtin bir sırrını anladım.”7)
  • “Cenâb-ı Hak, hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Hikmet ve rahmeti ise; umûr-u gaybiyeden çoğunun setrini iktiza ediyor, müphem kalmasını istiyor. Çünkü şu dünyada insanın hoşuna gitmeyen şeyler daha çoktur; vukuundan evvel onları bilmek elîmdir. İşte bu sır içindir ki, ölüm ve ecel müphem bırakılmış ve insanın başına gelecek musibetler dahi perde-i gaybda kalmış.”8)
  • “… mevti veren O’dur. Yani hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzad eder. Yani hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır. İşte şu kelime (ve yümit), şöylece fâni cin ve inse bağırır, der ki: Sizlere müjde! Mevt; idam değil, hiçlik değil, fenâ değil, inkıraz değil, sönmek değil, firâk-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil… Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.”9)
  • “Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuz İkinci Söz’ün âhirinde denildiği gibi; dünyanın bin sene mesûdâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının, o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü’yet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâl’in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Müptelâ ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbublarda ve bütün mevcudât-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemâl, O’nun cilve-i cemâlinin ve hüsn-ü esmâsının bir nevi gölgesi ve bütün Cennet, bütün letâifiyle bir cilve-i rahmeti ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizaplar ve cazibeler, bir lem’a-yı muhabbeti olan bir Mâbud-u Lemyezel’in, bir Mahbub-u Lâyezâl’in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet’e çağrılıyorsunuz. Öyle ise kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz!”10)
  • “Nasihat istersen ölüm yeter. Evet, ölümü düşünen, hubb-u dünyadan kurtulur ve âhiretine ciddî çalışır.”11)
  • “Beşerin büyük bir kısmını hastalar, mazlumlar ve musibetzedeler teşkil eder. Haşir akidesinin bunların ruhunda da büyük tesiri vardır. Hasta, her an kendisine yaklaşan ölüm ve koşarak gittiği kabir karşısında ümidi, sadece o kabri öbür âleme açılan bir hol görmede bulur. Şayet kabri saadete götüren bir yol ve ebediyete ulaştıran bir vasıta hâlinde görmüyorsa hasta hiçbir zaman mesut olamayacaktır.”12)
  • “… insan, bahusus Müslüman kendi kadrini bilmeli ve pahalı; pahalı olduğu kadar kıymetli bir varlık olduğunu idrak etmelidir. Bu kâinatın, baştan başa kendisi için yaratıldığını, içindeki her şeyin onun etrafında emirber neferler gibi döndüğünü bilmeli ve buradan göçüp giderken de ucuza gitmemelidir. Ben giderim ama arkamdan da bu dünya, mutlaka yaratılış gayesine uygun bir çizgiye gelmeli, ölüm Cennet bahçelerinin kapılarını açan bir sırlı anahtara dönüşmeli ve küçük bir ışık sönerken onun yerinde yüzlerce, binlerce yıldız patlaması olmalıdır.”13)

Ayrıca Bakınız

İlave Okuma

Diğer Diller

Dipnotlar

1)
Et-Taberânî, El-Mu’cemü’l-Evsat, 8/342; El-Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, 4/183; İbnü’l-Mübârek, Ez-Zühd, s. 79.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 736.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 202.
4)
A.g.e. s. 203.
5)
A.g.e. s. 254.
6)
A.g.e. s. 258.
7)
A.g.e. s. 285.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 103.
9)
A.g.e. s. 257.
10)
A.g.e. s. 260.
11)
A.g.e. s. 320.
12)
M. Fethullah Gülen, Ölüm Ötesi Hayat, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 21.
13)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 280.
olum.txt · Son değiştirilme: 2024/05/03 16:13 Değiştiren: Editör