Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


mahiyet

Mahiyet

  • “… insan, bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve madeni ve nuru ve ruhu, marifetullahtır ve onun üssü’l- esası da iman-ı billâhtır.”1)
  • “Bütün sıfât ve şuûnât-ı ilâhiyeyi bir derece bildirecek, gösterecek binler esrârlı ahvâl ve sıfât ve hissiyât, ‘ene’de münderiçtir. Demek ene, ayna-misâl ve vâhid-i kıyâsî ve âlet-i inkişâf ve mânâ-yı harfî gibi; mânâsı kendinde olmayan ve başkasının mânâsını gösteren, vücûd-u insaniyetin kalın ipinden şuurlu bir tel ve mahiyet-i beşeriyenin hüllesinden ince bir ip ve şahsiyet-i âdemiyetin kitabından bir eliftir ki, o elif’in iki yüzü var. Biri, hayra ve vücûda bakar. O yüz ile yalnız feyze kâbildir. Vereni kabul eder, kendi îcad edemez. O yüzde fâil değil, îcaddan eli kısadır. Bir yüzü de şerre bakar ve ademe gider. Şu yüzde o fâildir, fiil sahibidir. Hem onun mahiyeti, harfiyedir; başkasının mânâsını gösterir.”2)
  • “… mahiyet-i insaniyedeki merak ve taleb-i hakikat cihetinden gelen nihayetsiz ıztıraptan kurtaracak, yalnız tevhid-i Hâlık ve marifet-i İlâhiyedir.”3)
  • “Üçüncü kısım ki rüya-yı sâdıkadır. O doğrudan doğruya, mahiyet-i insaniyedeki latîfe-i rabbâniye, âlem-i şehâdetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların kapanmasıyla ve durmasıyla âlem-i gayba karşı bir münasebet bulur, bir menfez açar. O menfezle vukua gelmeye hazırlanan hâdiselere bakar ve Levh-i Mahfuz’un cilveleri ve mektubat-ı kaderiyenin numûneleri nev’inden birisine rast gelir, bazı vâkıât-ı hakikiyeyi görür. Ve o vâkıâtta bazen hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir.”4)
  • “Ben kendimce görüyorum ki insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hatta hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut numuneleri olan havâss-ı hamse-i zâhirî, havâss-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar. Hatta avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Mesela vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var.”5)
  • Kâinat kitabını okuma mevzuunda da merak çok önemli bir unsurdur. Hazreti Pîr’in ifadesiyle merak, ilmin hocasıdır.6) Buradaki ilimden maksat, günümüzde kullanılan şekliyle dar anlamdaki bilim değil; zâhiri bilgi, bâtını mârifet, daha ötesi muhabbet ve onun da ötesi aşk u iştiyak olan ilimdir. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın Nebiyy-i Ekrem’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) hitaben buyurduğu: وَقُلْ رَبِّ زِدْنِي عِلْمًا ‘Yâ Rabbi! Benim ilmimi artır, de!’ (Tâhâ, 20/114) ifadesinde geçen ilim, mücerret olarak mahiyet-i eşyayı bilme değil, irfana dönüşen, vicdan kültürüne uzanan, muhabbetullahı netice veren, aşk u şevk derinliğine ulaşan bir kavramdır. İşte merakın ilmin hocası olmasını bu mânâda anlamak gerekir.”7)
  • İnsan mahiyetinde, suret de, can da kalb cevherinin terkisine bağlanmış birer arazdan ibarettir. Aslında suretin de, canın da haiz bulundukları kıymet tamamen kalbden kaynaklanır. Akıl, en kalıcı eserlerini hep kalb atmosferinde öregelmiştir ki; kalbin ilhamları dört bir yandan dimağı kuşatınca, mantık ve muhakeme ye bağlı bütün yalancı mumlar söner, sadece ve sadece yağı, fitili öteden, o gönül çerağı par par yanmasını sürdürür.”8)
  • Fıtrat, yani yaratılış ve mahiyet itibarıyla her insan, lekesiz, tertemiz ve iman ve İslâm’a en müsait bir hüviyettedir; evet, doğuşunda insan lekesiz, bembeyaz, üzerine her şey yazılabilecek bir kâğıt veya üzerine hiç ses kaydedilmemiş bir bant, her şekle müsait bir macun, kalıplara dökülmeyi bekleyen maden cevheri veya eğilmeye müsait bir rüşeym, bir fidan gibidir.”9)
  • “Mertebe rütbeye, hâl de makama dönüşünce, mahiyet-i insaniye sübühât-ı vechin şuaâtı karşısında للهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ (Allah onlara şöyle hitab eder: ‘Bugün mülk ve hakimiyet kimin?) Mutlak galip, tek Hâkim olan Allah'ındır!’ (Mü'min, 40/16) der erir-gider ve cihetler üstü dört bir yanda (Rahman, 55/27) وَيَبْقى وَجْهُ رَبِّكَ ذو الْجَلاَلِ وَاْلإِكْرَامِ gerçeği duyulmaya başlar.”10)
  • “Vücud; varlık, mahiyet, zât demektir ve tasavvuru da münakaşa edilmeyecek kadar açıktır. Böyle bir görüş, pek çok yeni felsefeciyle beraber bir hayli İslâm düşünürünün de paylaştığı bir görüştür. Ancak, vücud başka, zat ve mahiyet ise tamamen başkadır. Tasavvurda zat ve mahiyet vücuddan önce gelir. Söz gelimi bir parça su, hâricî vücud açısından henüz mevcûd değilken, onun hem zatı hem de mahiyeti pekâlâ tasavvur edilebilir, resimlendirilebilir ve bir çerçeveye konabilir. Oysaki vücud, böyle bir zat ve mahiyete nisbeten ikinci derecede ve zaid bir konumdadır; zira zatî hususiyetler, bazı arazî keyfiyetlerle müşterek mütalâa edilmeyince, orada hâricî bir vücuddan söz etmek mümkün değildir. Meseleyi yine ‘su’ misaliyle ele alacak olursak, sudaki farklı hâl ve keyfiyetler onun mahiyeti üzerine zaid hususiyetlerdir. Zatî ve aslî keyfiyette hiçbir zaman değişiklik olmamasına arşılık, arazî keyfiyetler, her zaman yerlerini başka hâl ve tabiatlara bırakarak değişebilirler.. evet su, arazî keyfiyetleri itibarıyla sıvı olabileceği gibi, buz ve buhar hâline de gelebilir.”11)
  • “Mücerred mahiyetler, haricî vücud atlasıyla berzahta tanışır ve daha sonraki âlemlere de bu rıhtım ve bu rampadaki donanımlarla yürürler. Zaten ona berzah denmesi de böyle bir ara âlem olması itibarıyladır.”12)
  • “… ceberût âlemi tamamen bir mahiyetler âlemidir ve haricî vücudu da söz konusu değildir. Onda, her nesne, muayyen mahiyetler şeklinde birer icmal; melekût ve mülkte ise zâhir ve bâtın yanlarıyla her şey bir tafsil ve inkişaf vetiresi yaşamaktadır.”13)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 336–337.
2)
A.g.e. s. 585.
3)
A.g.e. s. 721.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 392–393.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 332.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 537.
7)
M. Fethullah Gülen, Yenilenme Cehdi (Kırık Testi-12), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 187.
8)
M. Fethullah Gülen, Beyan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 81.
9)
M. Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 209.
10)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 353.
11)
A.g.e. s. 360–361.
12)
A.g.e. s. 536.
13)
A.g.e. s. 543.
mahiyet.txt · Son değiştirilme: 2024/03/20 11:24 Değiştiren: Editör