Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


icaz

İ’caz

  • Mucizevî olma durumu. Benzerini getirmede insanın aciz kalması. Taklit edilemezlik.
  • “Şu İşârâtü’l-İ’câz adlı eserden maksadımız, Kur’ân’ın nazmına, lafzına ve ibaresine ait i’câz işaretlerini ve remizlerini beyan etmektir. Çünkü i’câzın mühim bir vechi, nazmından tecelli eder ve en parlak i’câz Kur’ân’ın nazmındaki nakışlardan ibarettir.”1)
  • İ’câz, inci gibi incecik letâif-i belâgatın parıltılarının imtizaç ve içtimaından tecelli eden bir nurdur.”2)
  • “… o zamandan beri nûrunu neşreden ve mürûr-u zaman ile ulûm-u müteârife hükmüne geçen ve sâir neyyirât-ı İslâmiye ile parlayan ve Kur’ân’ın güneşiyle gündüz rengini alan bir vaziyet ile yahut sathî ve basit bir perde-i ülfet ile baksan, elbette her bir âyetin ne kadar tatlı bir zemzeme-i i’câz içinde ne çeşit zulümâtı dağıttığını hakkıyla göremezsin ve birçok envâ-ı i’câzı içinde bu nev-i i’câzını zevkedemezsin.”3)
  • “Temsil, i’câz-ı Kur’ân’ın en parlak bir aynası(dır).”4)
  • “Mahzen-i mucizât ve mucize-i kübrâ-yı Ahmediye (aleyhissalâtü vesselâm) olan Kur’ân-ı Hakîm-i Mu’cizü’l-Beyân’ın hadsiz vücûh-u i’câzından kırka yakın vücûh-u i’câziyeyi Arabî risâlelerimde ve Arabî Risâle-i Nur’da ve İşârâtü’l-İ’câz nâmındaki tefsirimde ve geçen şu yirmi dört Söz’lerde işaretler etmişiz.”5)
  • “Bilirsiniz ki; eğer dalâlet, cehaletten gelse izâlesi kolaydır. Fakat dalâlet, fenden ve ilimden gelse izâlesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri, irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü öyleler, kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak, şu zamanda i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan mâlûm Sözler’i, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.”6)
  • İmansız İslâmiyet, sebeb-i necat olmadığı gibi; İslâmiyet’siz iman da medar-ı necat olamaz. “Felillâhi’l-hamdü ve’l-minne” Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsinin feyziyle Risale-i Nur mizanları, Din-i İslâm’ın ve hakâik-i Kur’âniye’nin meyvelerini ve neticelerini öyle bir tarzda göstermişlerdir ki; dinsiz dahi onları anlasa, taraftar olmamak kâbil değil. Hem iman ve İslâm’ın delil ve burhanlarını o derece kuvvetli göstermişlerdir ki; gayr-i müslim dahi anlasa, herhâlde tasdik edecektir. Gayr-i müslim kaldığı hâlde, iman eder.”7)
  • “Eğer denilse: ‘İ’câz-ı Kur’ân belâgattadır. Hâlbuki umum tabakâtın hakları var ki, i’câzında hisseleri bulunsun. Hâlbuki, belâgattaki i’câzı, binde ancak bir muhakkik âlim anlayabilir.’
  • Elcevap: Kur’ân-ı Hakîm’in her tabakaya karşı bir nevi i’câzı vardır ve bir tarzda i’câzının vücûdunu ihsas eder.
  • Meselâ, ehl-i belâgat ve fesâhat tabakasına karşı, harikulâde belâgattaki i’câzını gösterir.
  • Ve ehl-i şiir ve hitabet tabakasına karşı garip, güzel, yüksek üslûb-u bedîin i’câzını gösterir. O üslûp herkesin hoşuna gittiği hâlde, kimse taklit edemiyor.
  • Mürur-u zaman o üslûbu ihtiyarlatmıyor.. daima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir ve mensur bir nazımdır ki, hem âlî, hem tatlıdır.
  • Hem kâhinler ve gâipten haber verenler tabakasına karşı, harikulâde ihbarat-ı gaybiyedeki i’câzını gösterir.
  • Ve ehl-i tarih ve hâdisât-ı âlem ulemâsı tabakasına karşı, Kur’ân’daki ihbarat ve hâdisât-ı ümem-i sâlife ve ahvâl ve vâkıât-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviyedeki i’câzını gösterir.
  • Ve içtimaiyat-ı beşeriye ulemâsı ve ehl-i siyaset tabakasına karşı, Kur’ân’ın desâtir-i kudsiyesindeki i’câzını gösterir. Evet, o Kur’ân’dan çıkan şeriat-ı kübrâ, o sırr-ı i’câzı gösterir.
  • Hem maârif-i ilâhiye ve hakâik-i kevniyede tevaggul eden tabakaya karşı, Kur’ân’daki hakâik-i kudsiye-i ilâhiyedeki i’câzı gösterir veya i’câzın vücudunu ihsas eder.
  • Ve ehl-i tarîkat ve velâyete karşı, Kur’ân bir deniz gibi daima temevvücde olan âyâtının esrarındaki i’câzını gösterir ve hâkezâ.. kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar, i’câzını gösterir.
  • Hatta, yalnız kulağı bulunan ve bir derece mana fehmeden avâm tabakasına karşı, Kur’ân’ın okunmasıyla, başka kitaplara benzemediğini, kulak sahibi tasdik eder. Ve o âmî der ki: ‘Ya bu Kur’ân bütün dinlediğimiz kitapların aşağısındadır; bu ise, hiçbir düşman dahi diyemez ve hem yüz derece muhâldir. Öyle ise, bütün işitilen kitapların fevkindedir. Öyleyse mucizedir.’”8)
  • “Eski Harb-i Umumî’den evvel ve evâilinde, bir vâkıa-yı sâdıkada görüyorum ki Ararat Dağı denilen meşhur Ağrı Dağı’nın altındayım. Birden o dağ, müthiş infilâk etti. Dağlar gibi parçaları dünyanın her tarafına dağıttı. O dehşet içinde baktım ki merhum vâlidem yanımdadır. Dedim: ‘Ana, korkma! Cenâb-ı Hakk’ın emridir, O Rahîm’dir ve Hakîm’dir.’ Birden, o hâlette iken baktım ki mühim bir zât bana âmirâne diyor ki: ‘İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et!’ Uyandım, anladım ki; bir büyük infilâk olacak.. o infilâk ve inkılâptan sonra Kur’ân etrafındaki surlar kırılacak.. doğrudan doğruya Kur’ân kendi kendini müdafaa edecek.. ve Kur’ân’a hücum edilecek.. i’câzı, onun çelik bir zırhı olacak.. ve şu i’câzın bir nev’ini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak benim gibi bir adam namzet olacak.. ve namzet olduğumu anladım.
  • Madem i’câz-ı Kur’ân’ı bir derece beyan, Sözler’le oldu. Elbette, o i’câzın hesabına geçen ve onun reşehâtı ve berekâtı nev’inden olan hizmetimizdeki inâyâtı izhar etmek, i’câza yardımdır ve izhar etmek gerektir.”9)
  • “… bir kelâm, ‘Kimden gelmiş ve kime gelmiş ve niçin?’ denilmesiyle kıymeti ve ulviyeti ve belâgatı tezahür etmesi noktasından Kur’ân’ın misli olamaz ve ona yetişilemez. Çünkü Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlık’ının hitabı ve konuşması.. ve hiçbir cihette taklidi ve tasannuu ihsas edecek bir emare bulunmayan bir mükâlemesi.. ve bütün insanların belki bütün mahlûkatın nâmına meb’us ve nev-i beşerin en meşhur ve namdar muhatabı bulunan ve o muhatabın kuvvet ve vüs’at-i imanı, koca İslâmiyet’i tereşşuh edip sahibini Kâb-ı Kavseyn makamına çıkararak muhatab-ı samedâniyeye mazhariyetle nüzûl eden.. ve saadet-i dareyne dair ve hilkat -i kâinatın neticelerine ve ondaki rabbânî maksatlara ait mesâili ve o muhatabın bütün hakâik-i İslâmiye’yi taşıyan en yüksek ve en geniş olan imanını beyan ve izah eden.. ve koca kâinatın bir harita, bir saat, bir hâne gibi her tarafını gösterip, çevirip, onları yapan sanatkârı, tavrıyla ifade ve tâlim eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın elbette mislini getirmek mümkün değildir ve derece-i i’câzına yetişilmez.”10)
  • “Kur’ân’ın i’câzı, tahrifine bir seddir. Evet madem Kur’ân mu’cizedir, beşer onun taklidini yapamaz. Âyetleri başka kelâmlar ile tebdil edilmekle tahrif ve tağyiri mümkün değildir. Çünkü müfessir, müellif, mütercim; muharref üslûplarını, kisvelerini âyâtın kisvesiyle iltibas ettiremezler. Âyetlerde i’câz damgası vardır. O damganın altında olmayan kelâmlar âyet addedilemez. Öyle ise i’câz, tahrif ve tağyiri kabul etmez.”11)
  • “(Kur’ân-ı Kerim’in) üstündeki sikke-i i’câz her ihbarını tasdik eder. Tezkiyeden müstağni kılar. Adeta ihbaratı binefsiha sabit umûrlardandır. Evet şu burhan-ı münevverin altı ciheti de şeffaftır. Üstünde i’câz; altında mantık ve delil; sağında aklı istintak; solunda vicdanı istişhad; önünde hedefinde hayır ve saadet; nokta-yı istinadı vahy-i mahzdır. Vehmin ne haddi var ki girebilsin.”12)
  • “Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın misdakı, i’câzıdır. Müfessiri eczasıdır. Mânâsı içindedir.”13)
  • “Fert psikolojisi, aile psikolojisi, cemiyet psikolojisi, reca psikolojisi, havf psikolojisi.. bütün bunları insan, Kur’ân-ı Kerim’de takip, tetkik ve tahkik ederken âdeta kendi ruh hâletinin teşrih edildiğini ve his dünyasının anatomisinin nazarına arz edildiğini hisseder gibi olur. Asırları aşarak insan ledünniyatına, insanın içine böylesine inme ve onun içinde sinmiş şeyleri deşifre etme, bir bakıma psikanaliz yapar gibi bütün şuuraltı müzmeratı su yüzüne çıkarma meselesi Kur’ân-ı Kerim’e has bir keyfiyettir ki, psikologların, pedagogların kitapları bundan yoksun olduğundan, onların aczine; Kur’ân’da bulunduğundan dolayı onun da mucize olduğuna apaçık delâlet eder. İşte bu hususların hepsini kendi içinde çeşitli kısımlara ayırdığınız zaman vücûh-u i’câzın nerede ise kırka ulaştığı görülür.”14)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 9.
2)
A.g.e. s. 30–31.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 148.
4)
A.g.e. s. 207.
5)
A.g.e. s. 392.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 20.
7)
A.g.e. s. 33.
8)
A.g.e. s. 206–207.
9)
A.g.e. s. 415.
10)
A.g.e. s. 127–128.
11)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 84.
12)
A.g.e. s. 233.
13)
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 14.
14)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 433.
icaz.txt · Son değiştirilme: 2024/05/02 10:37 Değiştiren: Editör