Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


zuhd

Zühd

  • “Dünyevî hazları terk edip, cismanî meyillere karşı koyma mânâlarına gelen zühd; sofîlerce daha çok, dünya lezzetlerine karşı alâkasız kalıp, ömür boyu âdeta bir perhiz hayatı yaşamak, davranışlarında takvayı esas tutarak, dünyanın, kendine ve insanın nefsine bakan yönlerine karşı da kararlı, müstağni ve müstenkif bulunmak mânâlarına gelir.
  • Bir diğer mânâda zühd, ebedî olan ukbâ saadeti için, muvakkat dünya rahatını terk etme şeklinde yorumlanmıştır ki, bunu da evvelki tefsire ircâ edebiliriz.
  • Haram ve helâllere karşı hassas olmak, zühdde ilk adım sayılır; ikinci adım ve kâmil merhale ise, meşru ve mubah şeylerde bile, kılı kırk yararcasına titiz yaşamaktır.”1)
  • Zühdü; mudâyaka ve sıkıntı anlarında dahi şeriatın hudutlarını koruyup kollama, zenginlik ve genişlik zamanlarında da başkaları için yaşama şeklinde tarif edenler de olmuştur ve yine onu, Allah’ın helâlinden ihsan ettiği nimetlere karşı şükürle mukabelede bulunma, sonra bu mala terettüp eden bütün hakları yerine getirme ve İslâm ’ı i’lâ etme, insanlara faydalı olma mülâhazalarının dışında mal biriktirmeme, tûl-i emellere girmeme şeklinde yorumlayanlar da olmuştur.
  • Süfyan-ı Sevrî gibi büyükler, zühdü; âdî şeyler yiyip, basit elbiseler giymekten daha ziyade, Hak rızasına göre programlanmış ve tûl-i emellere karşı da kapalı kalabilmiş bir kalb ameli olarak görmüşlerdir. Bu anlayışa göre gerçek zühdün emaresi üçtür:
  • 1. Dünya adına elde edilen şeylerden sevinç duymama ve kaybedilen şeylerden ötürü de mahzun olmama.
  • 2. Medhedilince sevinmeme, zemmedilince de yerinmeme.
  • 3. Hakk’a kulluk ve O’nunla halveti her şeye tercih etme.”2)
  • “Fenâ; yok olma, zeval bulma mânâlarında ‘bekâ’nın mukabili bir kelimedir ve bir kısım farklı mefhumlarla izâfî münasebeti de söz konusudur. Meselâ; tevbe-i nasûhun lâzımına ‘fenâ-yı muhalefet’, zühd hakikatinin nihâî gereğine ‘fenâ-yı huzûz’, sadâkat ve muhabbetin zirvesine ‘fenâ-yı huzûz-i dâreyn’ ve sekrin neticesindeki ‘gaybet’e ‘fenâ-yı zahirî’ denir ki, bunların hemen hepsi, hak yolcusuna bakan yanları itibarıyla birer tavır, birer duyuş ve birer zevk hâli olmalarına karşılık, Hazreti Zât, sıfât ve esmâ-i ilâhiyeye bakan yönleri açısından vahdet nûrlarının kesret ahkâmı içinde tecellî etmesi; tecellî edip sâlikin, varlık-yokluk gel-gitleri arasında yaşaması demek olan ‘sahk’; kezâ onun vücûd-u Hak karşısında eriyip gitmesi diyebileceğimiz ‘mahk’ ve davranışlarının, Hazreti ‘Fa'âlün Limâ Yürîd’in işlerinin gölgesi olduğunu duyup zevketmesi şeklinde yorumlayacağımız ‘tams’ fenânın birer buudlarıdırlar ve bir yandan, gerçek ‘Vücûd’ ve ‘İlim’in ziyâsının birer gölgesi olarak mâsivânın zâtî bir kıymeti olamayacağını hatırlatırken, diğer yandan da, insan idrakinin, duyuş, seziş ve yorum izâfîliğiyle de, hakikat ve nisbet arasında birer köprü vazifesi görürler.”3)
  • Tasavvuf erbabı arasında has mânâsıyla derviş; kalben mâsivâdan alâkasını kesip, hakikate ulaşma niyet ve cehdiyle, kendini Hakk’a kulluğa adamış, zühd, takvâ, sabır, ikdam, sevgi ve hoşgörü insanı demektir.”4)
  • Sahabe-i kirâm, büyük bir titizlikle sünnete uymuş, hayatını sünnete göre tanzim etmiş, sünneti muhafaza etmiş ve hiçbir fazlalık ve eksikliğe meydan vermeden tâbiîn-i izâma nakletmiştir. Dönemlerindeki fitne ateşleri sebebiyle hayatlarını zühd ve takva üzerinde İslâm’a ve İslâm’ın iki temeli olan Kur’ân ve Sünnete adayan tâbiînin, sayıları binleri aşan dev imamları, Kur’ân gibi Sünnete de sahip çıkmış ve karıştırmadan, bulandırmadan onu, kendilerinden sonraki nesle intikal ettirmişlerdir.”5)
  • “… bizzat bizim vazifemiz değilse, başkalarının eksik ve hatalarını görmeye, onları dile dolayıp vazgeçirme tembihlerine girmeye hakkımız yoktur. Mesela, arkadaşlardan bazıları hasır ve kilimleri evlerinden toplayıp yerine lüks halılar sermiş olabilirler. Bazıları tahta kanepelerini atıp lüks koltuklar almış olabilirler. Aslında, bizim seviyemizde bir hayat sürenler için bunların hiçbiri haram değildir. Yani, halı sermek de, koltuk koymak da haram değildir. Hasırın üzerinde yatıp kalkma, başını bir tahtaya koyup uyuma, bir çeşit zühd olabilir. Hatta o insanın tabiatından kaynaklanmıyorsa, el âleme caka yapmaya ve riyaya sebep oluyorsa, o şahıs hakkında çok tehlikeli bir şey de olabilir. Şimdi hiç kimse kalkıp da ‘Ooo hocam! Sizin dediğiniz o insanlar eskide kaldı, o çamlar çoktan bardak oldu. Eskiden millet hasırlarda oturuyordu; şimdi kanepelerde, halılarda oturuyor’ falan diyemez. Hasırı, kanepeyi halı ve koltukla değiştiren adamın yaptığı iş haram değildir; fakat diğerinin yaptığı bu tenkit ve gıybet kat’î haramdır. Bu mesele karşısında ‘Artık halılarda oturuyor, kanepeleri de değiştirdi; o tefessüh etti’ demek gıybettir ve kat’iyen haramdır.”6)
  • “Mucize, bir peygamberin peygamberliğini ispat için, onun eliyle Allah’ın yaratmış olduğu harikulâde hâldir. Keramet, bir Allah dostunun, vilâyetinin remzi ve işareti olmak üzere, o şahsın iradesinin taalluku olmaksızın, yine Allah’ın yarattığı bir harikulade hâldir. İstidraç ise takva, zühd, ihlas vb. esaslarla hiç alâkası olmayan, belki de metafizik âlemle bile hiç mi hiç münasebeti bulunmayan birinin eliyle gerçekleşen meş’um (uğursuz) bir fevkalâdeliktir.”7)
  • “Arkadaş! O Zât (aleyhissalâtü vesselâm), delâil-i âfâkiye denilen haricî delillerle musaddak olduğu gibi delâil-i enfüsiye denilen zâtında ve nefsinde sabit delil ve işaretler ile dahi musaddaktır. Çünkü o Zât şems gibidir; zâtını zâtı ile ziyalandırarak gösterir. Mesela bütün ahlâk-ı hamîdenin en yüksekleri o Zât’ta içtima etmiş olduğuna bütün âlem şehâdet ediyor. Ve keza en nezih hasletleri ve huyları ve en yüksek seciyeleri câmi’ bir şahsiyet-i mâneviye sahibi olduğuna icma vardır. Ve keza o Zât’ın en yüksek derecede bulunan zühd ve takva ve ubûdiyeti şehâdetleriyle mâlik olduğu kuvvet-i imaniye ile musaddaktır. Ve keza siyer-i nebeviyenin şehâdetiyle derece-i vüsûku ve kemâl-i ciddiyet ve metaneti ve bütün işlerinde ve harekâtında kuvvet-i emniyeti, hakka mütemessik ve hakikate sâlik olduğunu tasdik eden kat’î delillerdir. Evet yaprakların yeşilliği, çiçeklerin taravet ve güzelliği ve semerelerin tazeliği; ağacın canlı, hayatlı, hayy olduğuna sadık şahittirler.”8)

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 90.
2)
A.g.e. s. 91.
3)
A.g.e. s. 337.
4)
A.g.e. s. 436.
5)
M. Fethullah Gülen, İnsanlığın İftihar Tablosu: Sonsuz Nur, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 918.
6)
M. Fethullah Gülen, Kırık Testi-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 122–123.
7)
M. Fethullah Gülen, Prizma-3, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 125.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 18.
zuhd.txt · Son değiştirilme: 2024/03/21 10:54 Değiştiren: Editör