Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


ayan-i_sabite

Âyân-ı Sâbite

  • Mevcudatın ilahî ilimdeki sabit asılları, mahiyetleri.
  • “Her şeyin özü, esası, zâtı mânâlarına gelen ayn, çoğulu ‘âyân’, ‘sâbite’ kelimesine muzaf kılınıp ‘âyân-ı sâbite’ şeklini alınca ‘hakâik-ı eşyâ-yı ilmiye’ diyebileceğimiz Hz. Âlem-i ilmiyede esmâ-i ilâhiyenin sûret-i tecellilerinden ibaret olup hakâik-i mümkinâta dair ilmî vücudlar çerçevesinde zâtlar ve mâhiyetler demektir. Bu mânevî sûret ve ilmî hakikatlerin, Hz. Zât’la zamânî gibi görülen münasebetleri zaman itibarıyla değil, bizzattır; evet ilm-i ezelîdeki bilinenlerle, zamana bağlı taayyün, birbirinden farklı şeylerdir. İlm-i ilâhîde mevcut olan her şey, min vechin vücud, râyiha ve hususiyetini teşemmüm etmiş bulunsa da hâricî vücud nokta-ı nazarından mümkin unvanıyla mevcud-u mukayyet ve mâdûm arası bir konum ihrâz etmektedir.
  • Sofiye ve bir kısım mütekellimîn -umûr-u âliye’ye ait bu kabil mevzuları ifadede elfaz ve kelime yetersizliği mahfuz- âyân-ı sâbite ve bu sabit ayn’lara ait istidatların mevcudiyetlerine esas teşkil eden mevcud u meçhul ve tamamen ‘sırrullah’ diyebileceğimiz tecelliye -daha önce de geçtiği üzere- ‘feyz-i akdes’, bütün bu hakâik-i ilmiyenin, hariçte zuhûrunun kaynağı sayılan tecelliye de ‘feyz-i mukaddes’ demişlerdir; demiş ve bu mülâhazalarla, bir yandan âyân-ı sâbite ile mümkinât-ı mevcûdenin aynı şey olmadığını hatırlatmak istemiş, diğer yandan da zuhur ve tecelli farklılığını ihtar ederek panteizm ve monizm mesleklerinin varlık hakkındaki yanlış yorumlarına karşı mevcudâtın mebde ve mesîri ile alâkalı Kur’ânî tevcihi ortaya koymuşlardır.”1)
  • Âyân-ı sâbite, yukarıda da temas edildiği gibi, ‘taayyün-ü evvel’den kat-ı nazar, min vechin mâdûm sayılan umûr-u mümkinedendir. Sâbit ayn’lar, zuhur hâlinde hafî ve bilinmezdirler, vücûda geldiklerinde de kendi nefisleri itibarıyla mâdûmiyetlerini devam ettirirler. Bir sultanın icraatında onun vezirleri birer perdedarlık vazifesi gördükleri gibi, Hz. ‘İlim’ ve ‘Vücud’un tecellisinde de sebepler o türden birer perdedardırlar. Bu perdedarlık -Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle aklın zâhirî nazarında, izzet ve azametin umûr-u hasîseye bizzat mübaşeretine karşı tekvînî bir tenzih olduğu gibi, potansiyel olarak hilâfetle serfiraz kılınmış bulunan insanoğlunu da böyle önemli bir konuda -Allahu a’lem- irşad içindir.
  • Dünya dediğimiz bu kevn ü fesat âleminde var ve yok olmalar gibi, âyân-ı sâbite ufkunda da irâdî olarak kahr u lütuf tecellileri birbirini takip etmektedir; etmekte ve kahrdan idamlar ve lütuftan da icatlar meydana gelmektedir. Âyân-ı sâbite ve misâlî modellerdeki bu tebeddül ve tağayyür, hâricî vücudla şereflendirildikten sonra da devam etmekte ve âdeta her şey sâbit ayn’lar kaynağından fışkırarak misâlî levhalar hâlini almakta, müteâkiben de bu berzahî motifler, kendilerine göre farklı vücud urbaları giyerek daha değişik buudlarda âyinedarlık vazifelerini sürdürmektedirler.”2)
  • “Varlığın plânını Rahmeti Sonsuz ’un ilmi, mimarisini de beyanı resmetmiştir. Yaratılışla beyan, âyân-ı sâbitenin mahremlerden mahrem harîminde ikiz olarak belirmiş, sonra da haricî vücuda yürümüşlerdir. Hazreti Rahmân, insanı yaratırken, onun özünü, iç enginliklerini, varlığı, varlığın perde arkasını ifade edebilme kabiliyetini de ona yükleyerek, öylece haricî vücud buuduna çıkarmıştır. Bu itibarla da denebilir ki; kudret kaleminin ucundan yokluğa akan mürekkebin ilk damlası beyan, Yaratıcıyla-yaratılan arasındaki sırlı münasebeti keşfedip ortaya koyan da yine beyandır.”3)
  • “Nur isminin bir tecellisi olarak, Cenâb-ı Hakk’ın bütün mahlukat içinde yarattığı ilk varlık, hakikat-ı Ahmediye’dir. Bu, Efendimiz’in cismî değil berzahî ve ilm-i İlâhîdeki vücududur ki, bu kabil vücutlara ‘âyân-ı sâbite’ denilmektedir. Dolayısıyla ilk zuhur ve ilk tecelli, hakikat-i Ahmediye’dir.”4)
  • “Bir mübtedinin, aklından dolayı Mutezile’ye kayması nasıl tabiî ise, bir müntehinin de eşyanın hakikî yüzüne vâkıf olmasından dolayı cebr-i mutavassıt olması aynı ölçüde tabiî ve fıtrîdir. Ama cebr-i mutavassıt veya Mutezile’yi değil, İmam Mâturidî’nin orta yolunu esas almak gerekir. Evet, Allah kader planında geleceği belirlerken, o muhit ilmiyle her şeyi sizin beden ve ruh kalıbınıza göre biçip diker. Sizin iradenizle birlikte meşîet-i ilâhiye böylece taalluk eder. Âyân-ı sâbiteye hiçbir kimsenin ufku ulaşamaz. Oraya, yani o ilm-i ilâhîyi müşâhedeye, ancak Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm ulaşabilir.”5)
  • “Kur’ân, beyan âleminde makamcem’in unvanıdır. Evet, Kur’ân, ‘hakâik-i sâbite’ (sabit, değişmez hakikatler) ile ‘âyân-ı sâbite’yi (varlıkların ilm-i ilâhî’deki sabit asılları, mahiyetleri) bir araya getiren biricik kitaptır. Mülk, melekût ve görünen-görünmeyen âlemler onda iç içedir. Kur’ân, şehadet âleminde, gayba ait bir dildir. Gayb âlemine ait haberleri en doğru şekilde bildiren de odur. İşte Kur’ân bu yönüyle de bir ‘câmi’ ve bir birleştiricidir. Bütün bu hususiyetlerinden dolayı da kelimenin tam anlamıyla ‘kitap’ dendiğinde Kur’ân anlaşılır.”6)
  • “… âyân-ı sâbite hakikati, Levh-i Mahfuz gerçeğinin âlem-i misale aksetmesi ve bizim, perdeden geçen o şeyi müşâhede etmemizden ibarettir ki, velilerin de müşâhede ettiği işte bu hakikatlerdir. Bundan dolayıdır ki Üstad, bir dönemdeki değişik müşâhedelerini, başka bir zaman farklı bir zaviye yakalayınca, ‘Ben, onu küllî dairede zannediyordum, meğer cüz’î dairedeymiş.’ veya ‘Ben onu cüz’î dairede zannediyordum, meğer küllî bir dairedeymiş.’ diyerek tashih etmektedir.”7)
  • “… olmuş olacak her şey belli sembollerle âlem-i misalde mevcuttur. Buna temessülât (misal âlemi) ve daha ötesine de âyân-ı sâbite denilmektedir.”8)
  • “Biz rüyaları, ahiret âleminden, berzah âleminden ve kabir âleminden, şehadet âlemi sahiline gelen birer sızıntı hâlinde görürüz. Ancak rüyalar, daha önce de söylediğimiz gibi ‘misal âlemi’ne bağlıdırlar. ‘Âyân-ı sâbite’ dediğimiz hakikatler, bize daha yakın olan berzah ve misal âlemine akseder. Biz de, rüyalar vasıtasıyla o âleme akseden sembolleri müşâhede ederiz.”9)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 532.
2)
A.g.e. s. 534.
3)
M. Fethullah Gülen, Beyan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 19.
4)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 77.
5)
M. Fethullah Gülen, Sohbet-i Cânan (Kırık Testi-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 65.
6)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’ın Altın İkliminde, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 21–22.
7)
M. Fethullah Gülen, Prizma-3, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 74.
8)
M. Fethullah Gülen, Çizgimizi Hecelerken (Prizma-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 128.
9)
M. Fethullah Gülen, Varlığın Metafizik Boyutu, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 117.
ayan-i_sabite.txt · Son değiştirilme: 2024/04/27 09:57 Değiştiren: Editör