Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


dehset

Dehşet

  • “Korkutan veya ürperten bir hâdise veya manzara karşısında duyulan havf ve ürküntü mânâlarına gelen ‘dehşet’, hak yolcusunun, seyr-i ruhânî esnasında ve Mahbub’un cemalinin tecellîleri karşısında tutulup kalması şeklinde yorumlanmıştır ki, Kitap ve Sünnet’te onunla alâkalı sarih bir beyan olmasa da, فَلَمَّا رَأَيْنَهُ أَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ أَيْدِيَهُنَّ ‘Onu karşılarında görür-görmez aşkınlığına (büyülendi) ve (şaşkınlıktan) ellerini kestiler.’ (Yûsuf, 12/31) meâliyle vereceğimiz âyetle irtibatlandırmak mümkündür.
  • Dehşeti; insanın, bir türlü aklına sığdıramadığı, sabredip karşısında duramadığı ve ilmiyle, idrakiyle kavrayamadığı herhangi bir hâdise ile yüz yüze geldiğinde tutulup kalma şeklinde de ifade etmişlerdir ki, buna ‘şuhûd’un akla galebe çalması, muhabbetin sabrın sınırlarını zorlaması ve ‘hâl’deki televvünün insan idrakini aşması da diyebiliriz.
  • Zannediyorum, konuyla alâkalı şöyle bir yaklaşım yerinde olur:
  • 1) Hâlin, hak yolcusunun ilim ve idrakini bastırması, vecdin onun tâkatini aşması, keşfin himmetin üstüne çıkması durumunda sâlik yer yer ‘dehşet’ soluklar. Kur'ân okunurken, namaz kılınırken hudû ve huşû esas olmakla beraber, insanın iradesini aşan feveranla hudû ve huşûun delinmesi.. aşırı vecd u mevâcidin sâlikte, temkin ve muvazene keyfiyetini sarsmasından kalbin mânevî aritmiye girmesi, Hakk’ı talebin her zaman sadâkat ve vefa istemeseine karşılık, şuhûdun cazibesiyle, sâlikin aceleciliğe düşmesi.. gibi hususlar buna birer misal teşkil edebilirler.
  • 2) Sâlikin, zevkî veya hâlî şuhûdundan, ufkundaki resim ve suretler silinip onun her yanını ‘cem’ televvünleri kaplayıp ‘ezel’ onun zaman ufkunun önüne geçince, ruh da Hak müşâhedesiyle müşâhedeye erince -ki bir kudsî hadiste bu makama فَبيَ يَسْمَعُ وَبيَ يُبْصِرُ ‘Benimle duyar benimle görür.’ şeklinde işaret edilmiştir.- hak yolcusu kendini dehşetin dalgaları içinde bulur.
  • 3) Sâlik u muhibbin, beklenmedik şekilde kalb yamaçları Vâridat-ı Sübhâniye ve Eltâf-ı İlâhiye sağanağına tutulduğunda veya dört bir yanını kurbet ziyâları sardığında ve pinhânlar ayân olup en kâmil mânâda ‘ihsan’ ufku zuhûr ettiğinde onun benliğini bütünüyle bir dehşet kaplar; o da kendini tamamen gaybûbetin enginliklerine salar ve dehşet mülâhazalarına teslim olur.”1)
  • Heyman içtikçe daha bir yanan ve bir türlü suya kanmayan mânâlarına geldiği gibi, aşk yüzünden deli ve kara sevdalı anlamlarına da gelir. Tasavvuf erbabına göre heyman, âşık u sâlikin, yol esnasında kalbini saran sürpriz tecellî ve ilâhî mevhibelerle, taaccüp, istihsan ve ruhanî zevklere dalıp kendinden geçmesi ve iradesine hâkim olamaması demektir. Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Sahiha’da heymanla alâkalı açık bir beyan olmadığından, çoğu ehl-i hakikat, ‘dehşet’ gibi onu da makamlardan herhangi bir makam görme yerine bir hâl ve televvün şeklinde anlamışlardır.”2)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 248.
2)
A.g.e. s. 250.
dehset.txt · Son değiştirilme: 2024/02/22 11:16 Değiştiren: Editör