Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


saadet

Saadet

  • “Şimdi hayatının saadet içindeki kemâli ise: Senin hayatının aynasında temessül eden Şems-i Ezelî’nin envârını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak O’na şevk göstermektir. O’nun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin göz bebeğinde aks-i nûrunu yerleştirmektir. İşte bu sırdandır ki, seni âlâ-yı illiyyîne çıkaran bir hadîs-i kudsînin meâl-i şerifi olan: 1)مَنْ نَگُنْجَمْ دَرْ سَمٰوَاتُ وَزَمِينْ - اَزْ عَجَبْ گُنْجَمْ بِقَلْبِ مُؤْمِنِينْ denilmiştir.”2)
  • “… medeniyet-i hâzıra, felsefesiyle hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede nokta-yı istinadı ‘kuvvet’ kabul eder. Hedefi ‘menfaat’ bilir. Düstur-u hayatı ‘cidâl’ tanır. Cemaatlerin râbıtasını ‘unsuriyet ve menfî milliyet’ bilir. Gayesi, hevesât-ı nefsâniyeyi tatmin ve hâcât-ı beşeriyeyi tezyid etmek için bazı lehviyâttır. Hâlbuki kuvvetin şe’ni, tecâvüzdür.. menfaatin şe’ni, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır.. düstur-u cidâlin şe’ni, çarpışmaktır.. unsuriyetin şe’ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecâvüzdür. İşte şu medeniyetin şu düsturlarındandır ki, bütün mehâsiniyle beraber beşerin yüzde ancak yirmisine bir nevi sûrî saadet verip seksenini rahatsızlığa, sefâlete atmıştır.”4)
  • Akıl ve hikmet ve istikrâ ve tecrübenin şehâdetleri ile sabit olan hilkat-i mevcudattaki adem-i abesiyet ve adem-i israf, saadet-i ebediyeye işaret eder. Fıtratta israf ve hilkatte abesiyet olmadığına delil, Sâni-i Zülcelâl’in, her şeyin hilkatinde en kısa yolu ve en yakın ciheti ve en hafif sureti ve en güzel keyfiyeti ihtiyar ve intihap etmesidir ve bâzan bir şeyi, yüz vazife ile tavzif etmesidir ve bir ince şeye bin meyve ve gayeleri takmasıdır. Madem israf yok ve abesiyet olmaz, elbette saadet-i ebediye olacaktır. Çünkü; dönmemek üzere adem, her şeyi abes eder, her şey israf olur. Umum fıtratta, ezcümle insanda, fenn-i menâfiu’l-âzâ şehâdetiyle sabit olan adem-i israf gösteriyor ki; insanda olan hadsiz istidadât-ı mâneviye ve nihayetsiz âmâl ve efkâr ve müyûlât dahi israf edilmeyecektir. Öyle ise; insandaki o esaslı meyl-i tekemmül, bir kemâlin vücûdunu gösterir ve o meyl-i saadet, saadet-i ebediyeye namzet olduğunu kat’î olarak ilân eder. Öyle olmazsa insanın mahiyet-i hakikiyesini teşkil eden o esaslı mâneviyat, o ulvî âmâl, hikmetli mevcudatın hilâfına olarak israf ve abes olur, kurur, hebâen gider.”5)
  • “Lâkin saadet odur: Külle ola saadet. Lâakal ekseriyete olsa medâr-ı necât. Nev-i beşere rahmet nâzil olan şu Kur’ân, ancak kabul ediyor bir tarz-ı medeniyet. Umuma, ya eksere verirse bir saadet. Şimdiki tarz-ı hazır, heves serbest olmuştur, hevâ da hür olmuştur, hayvanî bir hürriyet.”6)
  • “Katiyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki mârifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o mârifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürûr.. ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhâniyedir.
  • Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürûr ve şirin nimet ve sâfi lezzet elbette mârifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakk’ı tanıyan ve seven; nihâyetsiz saadete, nimete, envara, esrara ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O’nu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihâyetsiz şekâvete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.”7)
  • “Bir insan için kader ve Hakk’ın tecellîlerine rıza, en önemli bir saadet vesilesidir. Konuyla alâkalı Hz. Sâdık u Masdûk’un “Âdemoğlunun en ehemmiyetli saadet kaynaklarından biri, hiç şüphesiz Allah’ın kazasına razı olması.. ve onun en önemli tali’sizliği de Allah’ın takdirlerini öfkeyle karşılamasıdır.”8) şeklindeki mübarek sözleri de bu hususu tenvir etmektedir.”9)
  • “Bize göre iman, ufkumuzu aydınlatan bir ışık ve beklentilerimiz adına da bir ümit kaynağıdır ve ancak onunla yokluk kaynaklı kaoslar aşılabilir ve onunla bir ucu gönüllerde, diğer ucu da gidip ebedî Cennet saraylarına dayanan bir mutluluğa ulaşılabilir. İşte, bu güç ve enginliğiyle iman bizzat güzeldir. İnsan, ancak onunla dağınıklıktan kurtulup tevhide ulaşabilir; Hakk ’a yönelip endişelerden sıyrılabilir ve dünya-ahiret saadetine erebilir.”10)
  • “Hakikî aksiyon ve düşünce adamının dünyası ve o dünya içindeki mutluluğu âlemşümul televvünlü ve ebediyet çerçevesine hakkedilmiştir. Bu itibarla da onun başlangıcı ve sonu yok gibidir; olsa da, tasavvurlarımızı aşar. Bu açıdan da biz, ‘mesut insan’ derken, hep böylelerini hatırlarız. Zaten sonu ve başlangıcı olan saadete de saadet demek mümkün değildir.”11)

Dipnotlar

1)
Cenâb-ı Hak, “Benim gökyüzüm ve yeryüzüm Beni taşımaya tâkat getiremedi. Fakat, verâ sahibi mülâyim müminin kalbi Beni taşıyabildi.” buyurdu.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 137.
3)
A.g.e. s. 335.
4)
A.g.e. s. 440.
5)
A.g.e. s. 565–566.
6)
A.g.e. s. 777.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 253–254.
8)
Tirmizî, Kader, 15; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/168.
9)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 160–161.
10)
M. Fethullah Gülen, Beyan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 43.
11)
M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 65.
saadet.txt · Son değiştirilme: 2024/05/03 19:25 Değiştiren: Editör