iksir
İksir
- Fevkalâde tesirli ilaç veya vesile.
- “Sohbet-i nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar bir zât, senelerle seyr u sülûke mukabil, hakikatin envârına mazhar olur. Çünkü sohbette insibağ ve in’ikâs vardır. Mâlûmdur ki: İn’ikâs ve tebaiyetle, o Nur-u Âzam-ı Nübüvvet’le beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyeti ile öyle bir mevkiye çıkar ki, bir şah çıkamaz. İşte şu sırdandır ki, en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyorlar.
- Sohbet-i nebeviye ne derece bir iksîr-i nûrani olduğu bununla anlaşılır ki: Bir bedevî adam, kızını sağ olarak defnedecek derecede bir kasavet-i vahşiyânede bulunduğu hâlde, gelip bir saat sohbet-i nebeviyeye müşerref olur; daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmâneyi kesbederdi. Hem câhil, vahşi bir adam, bir gün sohbet-i nebeviyeye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi. Mütemeddin kavimlere muallim-i hakâik ve rehber-i kemâlât olurdu.”1)
- “Fıtratların bir kısmı birdenbire parlıyor. Bir kısmı tedricîdir, şey’en şey’en kalkıyor. Tabiat-ı insanî ikisine de benziyor.
- Şeraite bakıyor; ona göre değişir. Bâzan tedricî gider. Bâzan dahi oluyor barut gibi zulmanî, birdenbire fışkırıyor.
- Nurânî bir nâr olur. Bâzı olur bir nazar, fahmi elmas ediyor. Bâzı olur bir temas, taşı iksir ediyor. Bir nazar-ı Peygamber,
- Birdenbire kalbeder; bir bedevi-i cahil, bir ârif-i münevver. Eğer mîzân istersen: İslâm’dan evvel Ömer, İslâm’dan sonra Ömer…”2)
- “Hizbullah olan ehl-i hidâyet, başta enbiyâ ve onların başında Fahr-i Âlem (aleyhissalâtü vesselâm), o kadar inâyet ve rahmet-i ilâhiye ve imdâd-ı sübhâniyeye mazhar oldukları hâlde, neden çok defa hizbü’ş-şeytan olan ehl-i dalâlete mağlûp olmuşlar? Hem Hâtemü’l-enbiyâ’nın güneş gibi parlak nübüvvet ve risâleti ve iksir-i âzam gibi tesirli i’câz-ı Kur’ânî vasıtasıyla irşâdı ve câzibe-i umumiye-i kâinattan daha câzibedâr hakâik-i Kur’âniye’nin komşuluğunda ve yakınında olan Medine münafıklarının dalâlette ısrarları ve hidâyete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?”3)
- “Rahmet-i ilâhiyenin en latîf, en güzel, en hoş, en şirin cilvelerinden olan şefkat, bir iksir-i nurânidir. Aşktan çok keskindir. Çabuk Cenâb-ı Hakk’a vusûle vesile olur. Nasıl aşk-ı mecazî ve aşk-ı dünyevî pek çok müşkülâtla aşk-ı hakikîye inkılâb eder, Cenâb-ı Hakk’ı bulur. Öyle de, şefkat –fakat müşkülâtsız– daha kısa, daha sâfî bir tarzda kalbi Cenâb-ı Hakk’a rabteder.”5)
- “… umum merâtib-i velâyette mârifetullahtan gelen muhabbet, en mühim mâye ve iksirdir. Fakat muhabbetin bir vartası var ki; ubûdiyetin sırrı olan niyazdan, mahviyetten naza ve dâvâya atlar, mizansız hareket eder. Mâsivâ-yı ilâhiyeye teveccühü hengâmında, mana-yı harfîden mana-yı ismîye geçmesiyle tiryak iken zehir olur.”6)
- “Arkadaş! Bu niyet meselesi, benim kırk senelik ömrümün bir mahsulüdür. Evet niyet öyle bir hâsiyete mâliktir ki âdetleri, hareketleri ibadete çeviren pek acîb bir iksir ve bir mâyedir.”7)
- “Gözyaşları her türlü şeytanî oyunun büyüsünü bozacak sihirli bir iksirse –ki öyledir– gezip durduğumuz, oturup kalktığımız her yerde kaba sevinçlerle tepinme yerine gözyaşlarıyla serinleme ye çalışmalı ve hep ağlamalarla âh u efgânları dindirme yolunda koşmalıyız.”8)
- “Her ders yılına girerken, mektebi ve muallimi düşünmeden edemeyiz. Nasıl düşünmeyiz ki, mektep, hayatî bir laboratuvar; derslerimiz hayat iksiri; muallim ise bu esrarlı şifahanenin kahraman üstadıdır.”9)
- “Mirasçının ikinci vasfı, yeniden dirilişin en önemli iksiri sayılan aşktır. Gönlünü Allah’a iman ve O’nun marifetiyle onarmış, donatmış bir insan, derecesine göre bütün insanlara, hatta bütün varlığa karşı derin bir muhabbet ve engin bir aşk duyar; duyar da bütün ömrünü, topyekün varlığı kucaklayan aşkların, vecdlerin, cezbelerin, incizapların ve ruhanî zevklerin gelgitleri arasında yaşar.”13)
- “Zevk sürûru ki; sâlikin, Envâr-ı Hak’tan uzak kalma ve O’ndan kopup gitme endişesine, mârifetsizlik zulmetlerine yenik düşme korkusuna ve yalnızlık vahşetine maruz kalma telaşına karşı, bir teselli soluğu ve şifâ-bahş bir ilâhî iksirdir.”15)
- “Seyr u sülûk, sâlikin tâlibken kısmen duyduğu, mürîd ufkunda televvünleriyle tanıştığı iman ve islâm hakikatlerini, mahiyet-i nefsü’l-emriyelerine uygun bir kere de keşfen ve zevken tadıp duymanın, idrak edip anlamanın kalb ufku itibarıyla ayrı bir yoludur. Sözü edilip de, çok defa ne olduğu bilinmeyen huzur dediğimiz iksir de kâse kâse işte bu yolda içilir.”16)
Dipnotlar
1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 532.
2)
A.g.e. s. 774.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 101.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 51.
5)
A.g.e. s. 84.
6)
A.g.e. s. 507.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 62.
8)
M. Fethullah Gülen, Beyan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 115.
9)
M. Fethullah Gülen, Çağ ve Nesil (Çağ ve Nesil-1), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 113.
10)
M. Fethullah Gülen, Buhranlar Anaforunda İnsan (Çağ ve Nesil-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 38.
11)
M. Fethullah Gülen, Sükûtun Çığlıkları (Çağ ve Nesil-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 132.
12)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 53.
13)
M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 40.
14)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 133.
15)
A.g.e. s. 299.
16)
A.g.e. s. 698.
iksir.txt · Son değiştirilme: 2023/10/09 21:29 Değiştiren: Editör