husn-u_zan
İçindekiler
Hüsn-ü Zan
- İyi niyet, olumlu düşünce ve güzel görüş.
- “Hüsn-ü zan sahibi olması, kişinin kulluğunun güzelliğindendir.”1) (Hadis-i şerif).
- “Güzel gör, hem güzel bak. Tâ güzel düşünmeli. Güzel bil, hem güzel düşün. Tâ leziz hayatı bulmalı.
- Hayat içinde hayattır, hüsn-ü zanda emeli. Sû-i zanla yeistir: Saadet muharribi, hem de hayatın kâtili.”2)
- “… insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını –hikmetini bilmediğinden– takbih etmesin. Binâenaleyh eslâf-ı izâmın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû-i zandır. Sû-i zan ise, maddî ve mânevî içtimaiyatı zedeler.”3)
- “Allah’ın rahmetine her zaman sığınmalı, O’nun hakkında hep hüsn-ü zan beslemelisiniz. Fakat, Cenâb-ı Hak, sevme ve hoşnut olma hususunda basit bir şart ve bir sebep olarak ibadetlere devam etmeyi ve günahlara girmemeyi vaz’ etmişse, önce bu şartları yerine getirmeli, ondan sonra da O’nun merhametine iltica etmelisiniz.”5)
- “Senelerden beri hiç tavır değişikliğine girmeyen ve aktif sabırla daire içindeki yerini hep muhafaza eden gönül erleri de hemen her adımlarını pek çok hikmete mebnî atmaktadırlar. Şahs-ı manevî hakkında böyle düşünmek, hem mü’minin şiarı olan hüsn-ü zannın gereğidir hem de cemaatin yanılmazlığına bağlı bir mülahazadır.
- Bu açıdan, şahs-ı manevî hakkında hüsn-ü zan etmek bir esastır ama her ferdin kendi hakkında ‘Nerede hikmet, nerede ben?’ demesi de yine Kur’ân hizmetinin bir düsturu olan ‘kendini nefy’ hakikatine bağlı bir düşüncenin terennümüdür.”6)
- “Her zaman vicdana hoş gelen mülahazalarla dolu olmanın ve bir kimse hakkında müsbet kanaat beslemenin ıstılahtaki unvanı ‘hüsn-ü zan’dır. İyi niyet, olumlu düşünce ve güzel görüş manalarına gelen hüsn-ü zan, insanın iç safvetinin ve hayırhahlığının bir göstergesidir. Şahıslar ve olaylar hakkında değerlendirmelerde bulunurken, olabildiğince iyi niyetli davranmak ve her hâdiseyi hayra yormak sâlih bir mü’minin şe’nidir.”7)
- “… bir insanın üzerinde on tane nifak belirtisi, bir tane de iman emaresi olsa, biz yine o insan hakkında elimizden geldiğince hüsn-ü zan etmek mecburiyetindeyiz. Evet, o şahıs, söz konusu mezmum sıfatlarından dolayı kendi hesabına çok korkmalı ve akıbetinden endişe etmelidir; ancak, biz, kat’iyen onun hakkında münafık hükmüne varmamalıyız; sû-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmayı seçmeliyiz. Tabii ki, iman hizmetinin ve umumun hukukunu gözeterek, üzerinde nifak alâmeti bulunan insanlara bir kısım vazife ve sorumluluklar verip vermeme hususunda daha temkinli olabiliriz. Bu hususta, Üstad hazretlerinin ortaya koyduğu ‘hüsn-ü zan, adem-i itimat’ prensibine göre hareket edip, Kur’an hizmetinden onların da nasipdar olmaları için, o türlü insanlara da bazı vazifeler verme ama onları mahremiyet gerektiren yerlerden uzak bulundurma yoluna gidebiliriz. Böylece, hem amme hukukunu korumuş hem de o insanların da çirkin sıfatlardan kurtulup samimi birer mü’min olabileceklerine dair hüsn-ü zannımızın gereğini yapmış oluruz. Şu kadar var ki, aynı mefkureye gönül vermiş insanlar arasında hüsn-ü zannın ve güvenin ana unsurlar olduğu; kesin bilgilere dayanmayan haberlerden, sudan bahanelerden, bir kısım şüphe ve vesveselerden dolayı kardeşlerin birbirlerine karşı asla itimatsızlık etmemelerinin gerektiği unutulmamalıdır. ‘Adem-i itimat’ mülahazası tahdit altına alınmalıdır.”8)
- “… her zaman hüsn-ü zanda bulunmak bir esas olduğu gibi, başkalarını sû-i zanna sevk edebilecek davranışlardan uzak durmak da çok önemli bir düsturdur. Bazı insanlar, haklarında çirkin düşüncelere sebebiyet verebilecek hal ve hareketlerden gerektiği ölçüde kaçınmıyorlar; yeme-içmeleri, yatıp kalkmaları, iş hayatları, kazançları ve beşerî münasebetleri açısından tenkit edilebilecek tavır ve davranışlar sergiliyorlar. Dolayısıyla, sû-i zanna açık fıtratlarda kötü duyguları ve çirkin mülahazaları tetikliyorlar. Oysa, hep hüsn-ü zanna bağlı yaşamanın yanı sıra, herkesin kendi durumunu gözden geçirmesi ve sû-i zan uyaracak hallerden sakınması da icap etmektedir.”9)
- “… insanlar hakkında her zaman hüsn-ü zanna memur olan mü’minlerin, Yüce Yaratıcı’nın muamelelerine karşı sû-i zan ifade eden hoşnutsuzlukları da asla düşünülemez. Bir mü’min her şeyden ve herkesten evvel Mevlâ-yı Müteâl hakkında hüsn-ü zan sahibi olmalıdır. ‘Benim kulumla maiyyet ve muamelem, onun Benim hakkımdaki zannına bağlıdır.’ meâlindeki kudsî hadis de Allah Teâlâ’ya hüsn-ü zan beslemenin ehemmiyetini ve bunun ne büyük bir vesile-i necât olduğunu nazara vermektedir.”10)
- “… dâr-ı bekâya irtihalinden sonra, Ebû Sehl hazretlerini, rüyada tarifler üstü nimetler içinde yüzüyor görüp sorarlar: ‘Üstad, bu yüksek pâyeyi nasıl elde ettiniz?’ Ebû Sehl cevap verir: ‘Rabbim hakkında beslediğim hüsn-ü zan sayesinde.’
- Aslında, bir mü’min hayatının her diliminde Allah Teâlâ hakkında hüsn-ü zanna sarılmalı ve hep bu recayla yaşamalıdır. ‘Ben günahkâr olabilirim; hatta hâlâ O’na ancak pamuk ipliği ile bağlı olduğum için her an bir kopukluğa da düşebilirim. Fakat, o Gafûr ve Rahîm’dir; gufrân deryasına beni de alacağına dair inancım kavîdir!’ demeli ve bağışlanacağı ümidini beslemelidir. Şu kadar var ki, hüsn-ü zan ve reca duygusu insanı yeni yeni günahlar işlemeye sevk etmemelidir.”11)
- “… iyi niyet, müsbet düşünce ve güzel görüş, insanın gönül safvetinin ve vicdan enginliğinin emaresidir. İnsan, bir kere başkalarını sorgulamaya başlayınca sanık sandalyesine oturtmadık hiç kimse bırakmaz; daha baştan hüsn-ü zanna yapışmazsa, herkesi ve her şeyi yargılamaktan uzak kalamaz. Dolayısıyla, her fert nefsiyle hesaplaşırken –ye’se düşmemek şartıyla– kendini yerden yere vurmalı; fakat, diğer insanlar söz konusu olduğunda hüsn-ü zanna sarılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, sû-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmak daha hayırlıdır.”12)
- “… mü’min, bir taraftan Cenab-ı Hakk’ın görüş ve bilmesine karşı içini tanzim edip ona göre vaziyet almak, diğer taraftan da mü’minlerin hüsn-ü zan beslemeleri ve kendisinin ahkâm-ı ilâhiyenin tatbikine mahal hâline gelebilmesi adına, sarih veya zımni bir mukavele ile mensup olduğu topluma karşı tavır ve davranışlarına çeki düzen vermek mecburiyetindedir.”13)
Ayrıca Bakınız
Dipnotlar
1)
Camiüssağir, 8244.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 775.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 58.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 63.
5)
M. Fethullah Gülen, Diriliş Çağrısı (Kırık Testi-6) , İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 131.
6)
A.g.e. s. 280 – 281.
7)
M. Fethullah Gülen, Vuslat Muştusu, (Kırık Testi-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 218.
8)
A.g.e. s. 220.
9)
A.g.e. s. 220–221.
10)
A.g.e. s. 222.
11)
A.g.e. s. 223.
12)
A.g.e. s. 224.
13)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 160.
husn-u_zan.txt · Son değiştirilme: 2024/10/25 10:57 Değiştiren: Editör