Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


marifetullah

Mârifetullah

  • Dünyanın âhirete bakan yüzüyle, esmâ-yı ilâhiyeye mukabil olan yüzünü sevmek, sebeb-i noksaniyet değil, belki medar-ı kemâldir ve o iki yüzde ne kadar ileri gitse, daha ziyade ibadet ve mârifetullahta ileri gider. Sahabelerin dünyası ise, işte o iki yüzdedir. Dünyayı âhiret mezraası görüp, ekip biçmişler. Mevcudatı, esmâ-yı ilâhiyenin aynası görüp, müştâkâne temaşa edip bakmışlar. Fena-yı dünya ise, fâni yüzüdür ki, insanın hevesâtına bakar.”1)
  • “… insan, bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve madeni ve nuru ve ruhu, marifetullahtır ve onun üssü’l- esası da iman-ı billâhtır.”2)
  • Mârifetullahın şâhidleri, bürhânları üç çeşittir.
  • Bir kısmı: Su gibidir; görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kısımda hayalâttan tecerrüt etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkid parmaklarıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihâz etmez.
  • İkinci kısım: Hava gibidir; hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, rûhunla o rahmet nesîmîne karşı teveccüh et, kendini mukâbil tut, tenkid elini uzatma, tutamazsın. Rûhunla teneffüs et. Tereddüt eliyle baksan, tenkid ile el atsan, o yürür gider; senin elini mesken ittihâz etmez, ona râzı olmaz.
  • Üçüncü kısım ise: Nur gibidir; görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyle ise, sen kalbinin gözüyle, rûhunun nazarıyla kendini ona mukâbil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle; belki kendi kendine gelir. Çünkü nur ; el ile tutulmaz, parmaklar ile avlanmaz, belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır.”3)
  • “Madem dünya hayatı ve cismanî yaşayış ve hayvânî hayat böyledir. Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalb ve rûhun derece-i hayatına gir. Tevehhüm ettiğin geniş dünyadan daha geniş bir dâire-i hayat, bir âlem-i nur bulursun. İşte o âlemin anahtarı, mârifetullah ve vahdâniyet sırlarını ifade eden, ُلَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ‌ kelime-i kudsiyesiyle kalbi söylettirmek, ruhu işlettirmektir.”4)
  • “Katiyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki mârifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o mârifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürûr.. ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhâniyedir.
  • Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürûr ve şirin nimet ve sâfi lezzet elbette mârifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar, onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakk’ı tanıyan ve seven; nihâyetsiz saadete, nimete, envara, esrara ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. O’nu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihâyetsiz şekâvete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur.”5)
  • “… insanın bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti ve gayesi, Hâlık-ı kâinatı tanımak ve ona iman edip ibadet etmektir.. ve o insanın vazife-i fıtratı ve farîza-yı zimmeti, mârifetullah ve iman-ı billâhtır.. ve iz’an ve yakîn ile vücudunu ve vahdetini tasdik etmektir.”6)
  • “… o fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dahilî cihetinde çalışmış; kalb ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur, hem enfüsî, hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfâkî ve haricî daireye bakıp mârifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Adeta Mûsâ (aleyhisselâm)’ın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış.”7)
  • “… mârifetullah olduktan sonra, dünya lezzetlerine iştiha olmadığı gibi cennete bile iştiyak geri kalır.”8)
  • Mârifetullah denilen kâbe-i kemâlâta giden minhacların en müstakîm ve en metini, Sahib-i Medine-i Münevvere’nin (aleyhissalâtü vesselâm) yaptığı tarik-i hadîd-i beyzâsıdır ki, ruh-u hidayet hükmünde olan Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm), avâlim-i gaybın mişkât ve zücâcesi hükmünde olan kalbinin mâkes ve tercümanı makamında olan lisân-ı sâdıkı, berâhîn-i Sâni’in en sâdık bir delil-i zîhayat ve bir hüccet-i nâtıka ve bir burhan-ı fasihtir.”9)
  • “… varlığı bir kitap gibi mütalâa ve tefekkür ancak, bütün eşya ve eşyaya ait hususiyetlerin Allah tarafından yaratılmış olduğunu kabul etmekle beklenen semereyi verir ve bereketli bir vâridât kaynağı hâline gelir ki, bu da her şeyin her hâliyle, Allah Teâlâ’ya istinadını yakînen idrak eden mârifetullah, muhabbetullah ve zikrullah ile itminana ulaşmış kalbî ve ruhî hayat kahramanlarının şiarıdır.”10)
  • “Manevî füyûzât hisleri ise bir insanın iman-ı billah, mârifetullah, muhabbetullah ve lâtife-i Rabbâniye ile ulaşabileceği ruhanî zevkleri arzulaması; Cennet’e girme ümidiyle ve Cennet nimetlerinin hayaliyle yaşaması demektir. Allah’a iman etme ve mârifetullaha ermenin ruhî ve kalbî hayat itibariyle çok derin bir zevki vardır. Cenâb-ı Hakk’a yakınlıkta, dünyevî nimetlerle elde edilemeyecek çok engin hazlar bulunur. Allah’a imanla başlayan ve O’nun sevgisine doğru devam eden yolun her adımında ayrı bir sürprizle karşılaşılır. İşte, bu yolda yürüyen bir insanın tattığı zevk ve lezzetler manevî füyûzât hisleridir.”11)
  • İnsan, Cennet’te her an dünyadaki duygu, düşünce ve tefekkürüne denk ayrı bir lezzet duyacaktır. Meselâ, Cennet’te Cenâb-ı Allah’ı (celle celâluhu) müşâhede, burada mârifetullah adına ulaşılan seviyeye göre olacaktır.”12)
  • Hak yolcusu, her an ayrı bir nafilenin kanatları altında ve sonsuza uzanan yeni bir koridorda kendini bulur, yeni bir mazhariyete ulaştığını hisseder; derken farzları edaya daha bir iştihalı ve nafilelere karşı da daha bir iştiyaklı hâle gelir. Bu nokta ve bu mânâya uyanan her ruh, Allah tarafından sevildiğini de duyar.. ve kudsî hadiste de ifade buyrulduğu gibi, artık onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya ‘meşîet-i hâssa’ dairesinde cereyan etmeye başlar. İşte bir bakıma ‘mârifetullah’ da budur. O, bilmenin bilinenle bütünleşip onun tabiatı hâline gelmesi ve (bilenin her hâlinin bilinene) tercüman olması mertebesidir. Mârifeti, vicdanî bilginin zuhur ve inkişafı şeklinde tarif edenler de olmuştur ki, bu zuhur ve inkişaf aynı zamanda insanın kendine has değerlerle zuhur ve inkişafı sayılır. ‘Nefsini bilen Rabbini bilir.’ sözünün bir mahmili de bu olsa gerek.”13)
  • “… fıtratın gayesi, hilkatin neticesi Allah’a inanmak, mârifetullah ufkunda her gün biraz daha derinleşmek, zevk-i ruhaniye ermek, Yunus’un diliyle ‘ballar balını’ bulmak demektir. Ben öyle inanıyorum ki, insan önce bu hakikatler hakikatini, hem de aksine ihtimal vermeyecek ölçüde kendi nefsine kabullendirebilirse, ardından bakış açısını ayarlayarak şuada güneşi, damlada deryayı, cümlede kitapları, zerrede bütün kâinatı görebilir. Evet, böyle biri, rahatlıkla kesretten sıyrılarak vahdete erebilir. Zira böyle bir insan, kâinata hangi yandan bakarsa baksın, bir yolunu bulur ve kendi mârifet peteğine ballar akıtabilir ve böyle biri, kudretin eşyaya –büyük olsun, küçük olsun– taallukunda, esmâ, sıfat ve zât dairelerini mülâhazaya alarak, önce mârifetullah, sonra muhabbetullah ve en sonra da zevk-i ruhanî ummanına erebilir.”14)
  • “… mârifetullah; iradeyi, imanı takviye eden ve besleyen çok önemli bir faktördür. Bir misalle izah etmek gerekirse; meselâ siz, mütrefin hayatı gibi bir hayat yaşamayı arzu ettiniz ve bu hususta çeşitli düzenlemelere başladınız; ardından hayat standardınızı yükseltme çabası içine girdiniz. İşte o anda mârifetullah imdada yetişebilir. Burada birinin başından geçen bir hâdiseyi nakletmekte yarar var. Kim bilir belki de arz edeceğim şey objektif değildir; ama yine de nakletmek istiyorum: Bir gün bu arkadaşı denize nâzır bir eve götürür ve balkonda otururlar. O anda içine birdenbire böyle güzel yerlerde yaşama arzusu düşer. Arkadaşlarının şehadetiyle hemen oradan kalkar ve bir daha o balkona oturmaz; zira o manzara onun tûl-i emel duygusunu beslemiş ve onda tevehhüm-ü ebediyet düşüncesine yol açmıştır. İşte o anda o, böyle bir isteğe karşı mârifetullah ve bir dakika müşâhedesine Cennet’in binlerce sene mesudane hayatı, ona mukabil gelmeyen Cemalullah’ı seyir arzusu ile o vartadan kendini kurtarabilmiştir.”15)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 538.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 336–337.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 159.
4)
A.g.e. s. 170.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 253–254.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 90.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 3.
8)
A.g.e. s. 94.
9)
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 100.
10)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 59.
11)
M. Fethullah Gülen, Ümit Burcu (Kırık Testi-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 305–306.
12)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 85.
13)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 49.
14)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 66.
15)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’dan İdrake Yansıyanlar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 333.
marifetullah.txt · Son değiştirilme: 2024/05/04 20:22 Değiştiren: Editör