Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


hafi

Hafî

  • İnsana ihsan edilen en önemli latifeler; kalb, ruh, sır, hafî ve ahfâdır. Çok ince manevî duygular olan latifelerin, diğer hisler gibi, kendilerine has zevkleri, elemleri, beslenme kaynakları ve vazifeleri vardır.1)
  • “Sır, hafî ve ahfâ, inanan bir gönlün Hakk’ı tanıyıp bilebilmesi adına değişik çap ve görme ufkuna sahip dürbün veya teleskoplar gibidir. ‘Sır’ teleskobunu hakkıyla kullanan gönül, Allah’a sır ufkunda inanır, O’nu o yeterlilikte bilir ve sever. Sır teleskobunu en güzel bir şekilde kullanan bir yüreğe, bu defa çapı ve görme ufku çok daha büyük olan ‘hafî’ teleskobu verilir. O gönül artık bu teleskopla Rabbine bakar, O’nu tanır, bilir ve sever. Onu da hakkını vererek kullanan nadir sayıdaki gönül ise bu defa ‘kalbin en önemli buudu’ olan ve artık çapı ve görme ufku itibarıyla daha büyüğü olmayan ‘ahfâ’ teleskobuyla Allah Teâlâ’yı müşahede etmekle şereflendirilir. Gelinen bu seviye bir gönlün ulaşabileceği en yüksek seviyedir.”2)
  • “… kendini inanç buudlu tasavvurların rengîn ve zengîn iklimine salabilenler, uçsuz bucaksız hülyalara dalar; yaşadıkları hayatın içinde bir sır, bir hafî, bir ahfâ yolcusu gibi çok defa bizim için gizli kalan ve insanoğlunun asıl benliğini teşkil eden bir başka ‘ben’in var olduğunu duyarlar. Âdeta, şehadet âleminin, ince tenteneli perdesi delinip de, her şeyin hakikatiyle beraber insanın özü de meydana çıkmış.. dolayısıyla herkes kendini uhrevîleşmiş gibi hisseder ve öbür âlemin âhengine uyar ve kendini firdevsî hazlar içinde bulur.”3)
  • “Kemmî büyüme ye mukabil insanın kalbi ruh, sır, hafî gibi latîfeleri de inkişaf etmiyorsa, arızaların olması muhakkaktır.”4)
  • “… insan işlediği bir hatayı hemen tevbe ile izale etmezse, bu ikinci bir hata ve günaha davetiye çıkarmak gibi olur ki, bu durum, zamanla insanın kalbî ve ruhî hayatını mahvedebilir. Böyle bir insan lâhut âlemine karşı kapanır. Allah adına duyması gerekli olan şeyleri duyamaz olur ve herhangi bir cisim gibi sürekli bir düşüş yaşar ama, asla bunun farkına varamaz; latîfeler ölür; ‘sır’, sırra kadem basar, ‘hafî’ gizlenir, ‘ahfâ’ âdeta yok olur; ama o bunlardan haberdar değildir.”5)
  • “İnsanın fizyonomik yapısını meydana getiren her uzuv, tek başına bir harika ve uzman araştırmacıları hayret ve dehşete düşürecek çapta bir sanat âbidesidir. Ama insan sadece fizyonomik yapıdan ibaret değildir. Onun bir ruhî yapısı; sır, hafî, ahfa gibi latîfeleri vardır ki, o, bu yönüyle ve fizyonomik yapısıyla, kıyas kabul etmeyecek ölçüde harikadır. Bu hususiyet sadece insanda vardır. Zira o, bünyesinde hem buraya hem de öteye ait mekanizmaları taşıyan tek berzahî varlıktır ve Allah’a halife olabilme mevkiinde yaratılmıştır.”6)
  • “Her kelâmın kalb, sır, hafî, ahfâ gibi Rabbânî latîfelere bakan yönleri vardır. Eğer kelâm, bu mertebeler arasında mânâ yönüyle herhangi bir tenakuza, farklılığa sebebiyet veriyorsa, bu o kelâmın eksikliği ne delâlet eder. Hemen hemen bütün beşerî kelâmlar da da bu eksiklik –nisbet farkı mahfuz– vardır. Kur’ân ise böyle bir eksiklikten muallâ ve müberrâdır.”7)
  • “… akıl ve hisler aracılığıyla öğrenilen ilimler de vasıtalı ilimlerdir. Maddî şeylerle alâkalı bilgiler daha çok, görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma duyularıyla elde edilir. Fizik ötesi bilgiler ise, zihin, muhakeme, kalb, sır, hafî, ahfâ, hatta sâika ve şâika yollarıyla…”(M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 232.))
  • “Tasavvuf erbabınca ilim; akıl, sem’ u basar yoluyla elde edilen bilgi ve mârifetten daha çok, verâlardan akıp gelen tecellî-i ilm-i ilâhî dalga boylu öyle bir nur ve ziyadır ki, gelir bütün ruhu sarar ve insanın derûnundaki sır yamaçlarında, hafî tepelerinde, ahfâ zirvelerinde çiçek çiçek tüllenir ve hep Sonsuz’un vâridâtıyla gürler.”8)
  • “Ruhun iç yüzü diyebileceğimiz bâtınına ‘sır’ denir. Sırrın bâtını ise ‘sırru’s-sır’ kabul edilir. Sırru’s-sırrın en önemli bir buudu ‘hafî’, en engin bir derinliği de ‘ahfâ’dır. Bâtından maksat, bir nesnenin özü, esası ve mayası demektir. Bu latîfelerden sadece biri âlem-i halktan, diğerleri âlem-i emir dendir.. ve âlem-i emirden olan latîfelerin en derini, en zor erişileni ahfâdır. Ahfâ, diğer latîfeler itibarıyla merkezi tutuyor gibi bir hususiyet arz etmektedir. Hafî, âlem-i emre ait hususiyetleriyle tıpkı bir mahfaza gibi onu kuşatır; sırru’s-sır, bir sur gibi bunların hepsini ihata eder ve ruh bir atmosfer gibi bütün latîfeleri kucaklar ve kalbe bağlar. Bu latîfelerin inkişaf ettirilmesi, kalbî ve ruhî hayatın, hayata hayat olmasına bağlıdır. Bu itibarla da, henüz cismaniyetten kurtulamamış, letâif-i insaniye ufkuna ulaşamamış bahtsızların, belli seviyedeki ruhlara akıp gelen bu mevhibeleri duymaları mümkün değildir. Bunları duyabilmenin asgarî şartları, evvelâ istidat, sonra o istidadı inkişaf ettirme adına sa’y u gayret ve daha sonra da usûlüne göre çile çekmek ve erbaînlerle beden hâkimiyetinden kurtulabilmektir.”9)
  • “Gizli şey demek olan sır –daha önce geçmişti– sofiyece, kalbe bağlı vedîa-i rabbâniye bir latîfedir; bedende ruh ne ise kalbde de sır odur. Gizli-kapaklı ve saklı mânâlarına gelen ‘hafî’ sırra göre daha ötelere nâzır kalbin engin bir buudu ve hakikatleri temâşâya ayrı bir rasathane; en gizli ve daha da kapalı, hatta düşünülemeyen, ihata edilemeyen anlamındaki ‘ahfâ’ ise öteler ötesine açık bir mevhibeler penceresidir.
  • Bazı hak dostlarına göre ruh, Cenâb-ı Hak’la bir alâka ve muhabbet unsuru, kalb, bir mârifet mahzeni, sır O’nun inayetiyle bir müşâhede sistemi, hafî ise esrar-ı ulûhiyet atlası, ahfâ da ‘kenz-i mahfî’nin esrarlı bir anahtarı kabul edilmiştir.”10)
  • Hafî, vücud ve adem âlemlerine mahrûtî bakabilen bir ufk-u tarassud, seçkinler için özel teveccühlere bir âhize, esrar-ı ulûhiyet ve ilmî vücutlara nâzır kalbin hususî bir derinliği ve Zât-ı Ehad u Samed’in insana müstesna bir vedîasıdır.”11)
  • Hafî ufkuna ait mezâhir, benlikten tecerrüde bağlanmıştır. Bu itibarla da mecazî varlıktan vazgeçememiş mübtedîler, asla vücud-u hakikînin tecellîleriyle cilvesâz olamazlar. Kendini kendine malik görenler de hafî ufkuna ulaşamadıkları gibi esrar-ı rubûbiyeti temâşâ zirvesine de yetişemezler ve hele kenz-i mahfînin râyihasını bile kat’iyen duyamazlar. Kenz-i mahfî esrarı ahfâ ufkuna nâzırdır. Burası sırlar ötesi sır âlemi ve asaleten Hz. Akrabu’l-Mukarrabîn’e (sallallâhu aleyhi ve sellem), bittebaiye de o kapının diğer bendelerine has bir ufuktur. Sırrı zevk etmeyen ve hafînin kâsesinden bir şeyler yudumlamayan, bu şahikaya da asla ulaşamaz.”12)
  • “… nasıl latîfe-i rabbaniyenin sır, hafî, ahfâ diye farklı buud ve derinlikleri vardır; aklın da bir yönüyle tedebbür, tezekkür, tefekkür dediğimiz aklî buud ve derinlikleri söz konusudur ve o, bu mertebe ve derinliklerle gerçek fonksiyonunu edâ eder.”13)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bkz. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 343.
2)
Mehmet Yavuz Şeker, A Map of the Divine Subtle Faculty: The Concept of the Heart in the Works of Ghazali, Said Nursi, and Fethullah Gülen, New Jersey: Tughra Books, 2014, s. 252.
3)
M. Fethullah Gülen, Zamanın Altın Dilimi (Çağ ve Nesil-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 197–198.
4)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 110.
5)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 55–56.
6)
A.g.e. s. 121.
7)
A.g.e. s. 192.
8)
A.g.e. s. 235.
9)
((M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 435.
10)
A.g.e. s. 721–722.
11)
A.g.e. s. 723.
12)
A.g.e. s. 724.
13)
M. Fethullah Gülen, Kalb İbresi, (Kırık Testi-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 201.
hafi.txt · Son değiştirilme: 2024/04/08 11:52 Değiştiren: Editör