Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


emanet

Emanet

  • “Arapçada ‘güvenmek, korku ve endişeden emin olmak’ mânâsındaki ‘emn’ masdarından gelen emanet kelimesi, hıyânetin karşıt anlamlısı olarak isim şeklinde kullanıldığı gibi ‘güvenilir olmak’ anlamında masdar şeklinde de kullanılır. Ayrıca ‘güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdi edilen şey’ mânasına da gelmekte olup kelimenin bu son kullanılışı daha yaygındır… Bir süre sonra geri alınmak üzere birinin uhdesine bırakılan aynî veya nakdî hakka hem emanet hem vedîa denirse de vedîadan farklı olarak emanet; ücret, kira, ortaklık hakkı, buluntu gibi maddî haklar yanında iman, ibadet gibi dinî yükümlülükler, beden ve ruh sağlığı, servet, makam ve mevki gibi imkân ve kabiliyeti gerektiren hususlar, sözleşmeler, mesken ve aile mahremiyetine saygı, nimet ve ikrama teşekkür, selâma karşılık verme, sırların saklanması vb. dinî, ahlâkî, içtimaî ilke ve kuralları da içine almaktadır.”1)
  • Ashab-ı Güzîn’den sonra da ilk asırlardaki selef-i salihîn efendilerimiz, zamanın değişmesiyle ortaya çıkan hayatla alâkalı boşlukları çeşitli istinbatlarla doldurmuşlardır. Duygu safveti ve ihtiyaç tezkeresiyle İlahî Kelam’a mürâcaat eden bu rabbânîler, icmâ ve kıyas sayesinde, dinin kendi gücünü bir kere daha ifade etmesine zemin hazırlamışlardır. Zamanı, konjonktürü ve değişen şartları gözeterek, içtihada ve istinbata açık yanlarıyla İslam’ı içinde yaşadıkları asrın idrakine göre daha bir gür sedayla seslendirmişlerdir. Bu açıdan da, biz Asr-ı Saadet'ten bugüne dek selef-i salihînin üzerinde hassasiyetle durduğu, yaşadığı, koruduğu, salıkladığı ve sonraki nesillere emanet bıraktığı Müslümanlıkla Müslümanız elhamdülillah.”2)
  • “… bir millet, istikbâlinin emânetçileri olan genç kuşaklara, müspet ilimleri tâlim ediyor gibi, iniş ve çıkışları, tırmanış ve düşüşleriyle bütün bir geçmişlerini de öğretebiliyor; zirvelerde dolaştıkları devirleri destanlaştırarak onların aşk ve heyecanlarını kamçılayıp onlarda yeni yeni kahramanlık duygu ve düşüncelerini geliştirebiliyor; hasımlarından gördükleri ihânet, gadir ve maddî-mânevî her türlü tahrîbatı yine onların metafizik gerilimleri hesabına kullanabiliyorsa, geleceği adına müspetlerden müspet en mükemmel işi yapmış, en büyük hamlede bulunmuş ve kendi düşünce kuşağına yükseltebildiği her millet ferdine de ölümsüzlük iksirini aşılamış olur.”3)
  • Kâinat kitabının, insanın duygularına hitap eden yönleri vardır. Meselâ insan, kâinat kitabını tetkik ettiğinde, bu koca ağacın çekirdeğinden köküne, dalına-budağına, çiçeğinden meyvesine kadar ilâhî ‘Kudret’ ve ‘İrade’nin yazdığı o muhteşem kitaptan aldığı mânâ usâreleriyle bir arı gibi petekler oluşturacak ve onları kalb ve dimağına emanet edecektir. Kalb ve dimağ ise bu mânâları analiz ederek onların verâsında anlatılmak istenenleri kavramaya çalışacaklardır. Ne var ki, herhangi bir mürşid olmadığında, onların bu mânâları anlayıp kavramada âciz kalmaları da kaçınılmazdı.”4)
  • “Her peygamber gibi, Peygamber Efendimiz de sıdk, emanet, tebliğ, fetanet ve ismet vasıflarına bihakkın ve en yüksek derecede sahipti.”5)
  • “Nihayet dönüp dolaşıp mukaddes çile nöbeti bize gelince, en sağlam vefa yeminleriyle yürüyüp bu koca mesuliyetin altına girdik. Coşkun ve heyecanlı, azimli ve kararlı idik. Heyhât… Beklenmedik bir dev önümüzü kesti ve bozduk ettiğimiz bütün o yeminleri. Ve sonra, yeniden, her taraf çölleşmeye başladı. Bütün civanmertlikler eriyip yağ gibi gitti. Güllerin yerini dikenler aldı. Aylar güneşler peşi peşine batarken, ortalığı kasvet dolu bulutlar bastı. Bağ çöktü, bağban öldü; ‘petekler söndü, ballar kalmadı.’ Ve artık, insan nedretine maruz kalan bu devrin tali’sizleri, kalbinde zerre kadar emanet ve vefa hissi bulunmayan ölü ruhlara, destan tutup yahşi çekmeye başladı.”6)
  • “Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde: ‘Bu dava, güneşin doğup battığı her yere ulaşacak.’ ifadesini kullanır. Bu hadisten, şehirlisinden köylüsüne, siyahından beyazına herkesin İslâm’a inanıp onu yaşayacağı ve bu din, sadece medenîlerin veya bedevîlerin ya da sadece falanca kavmin dini olmayacağı, bütün insanlığın dini hâline geleceği mânâlarını çıkarmak mümkündür.
  • Ne var ki, bu uğurda bütün çaba ve gayretler gösterilmiş olmasına rağmen, yeryüzünde şimdiye kadar bu denli bir yayılma söz konusu olmamıştır. Ancak bu durum, hadislerin mânâsıyla bir çelişki arz ediyor şeklinde algılanmamalıdır. Zira şu ana kadar bu davayı temsil eden insanlar, çağlarına has bütün imkânlarını kullanmışlar ve vazifelerini yerine getirmişlerdir. Bundan sonrası ise, muhabere ve muvasala vasıtalarının, bir köy hâline getirdiği şu dünyanın insanlarına düşmektedir. Evet bu vazife, İslâm'a gönül vermiş insanların omuzlarına konmuş mukaddes bir emanettir. Bugün bu emanet, bir tâk gibi onların başları üzerinde durmaktadır. O hâlde mezkûr vazifenin yerine getirilmesi için herkes kendini birinci kutlu ve birinci sorumlu bilmelidir.”7)
  • “… daha bunlar gibi başka âletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki; hakikaten mümin cennete lâyık ve kâfir cehenneme muvâfık bir mâhiyet kesbeder. Ve onların her biri öyle bir kıymet almalarının sebebi; mümin, imanıyla Hâlık’ının emanetini, O’nun nâmına ve izni dâiresinde istimâl etmesidir. Ve kâfir, hıyanet edip nefs-i emmâre hesabına çalıştırmasıdır.”8)
  • “Yâ Rab! Kusurumuzu affet. Bizi, kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek zamanına kadar, bizi emanette emin kıl, âmîn.”9)
  • “… çendan o Zât bir abddir, bir mi’râc-ı cüz’îde seyahat eder. Fakat bu abdde bütün kâinata taalluk eden bir emanet beraberdir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendi Zât’ını ‘Bütün eşyayı işitir ve görür’ sıfatıyla tavsif eder. Tâ o emanet, o nur, o anahtarın cihan-şümûl hikmetlerini göstersin.”10)
  • “… âlemin miftahı insanın elindedir ve nefsine takılmıştır. Kâinat kapıları zâhiren açık görünürken, hakikaten kapalıdır. Cenâb-ı Hak, emanet cihetiyle insana ene nâmında öyle bir miftah vermiş ki; âlemin bütün kapılarını açar ve öyle tılsımlı bir enâniyet vermiş ki; Hallâk-ı kâinatın künûz-u mahfiyesini onun ile keşfeder.”11)
  • “… bu ehemmiyetsiz, zâil, fânî tavırlarda bu derece kusursuz, galatsız hafîziyet cilvesi bir hüccet-i katıa dır ki; ebedî tesiri ve azîm ehemmiyeti bulunan emanet-i kübrâ hamelesi ve arzın halifesi olan insanların ef’âl ve âsâr ve akvâlleri ve hasenât ve seyyiâtları, kemâl-i dikkatle muhafaza edilir ve muhasebesi görülecek.”12)

Ayrıca Bakınız

İlave Okuma

Dipnotlar

1)
Ali Toksarı, DİA, 11/81, İstanbul: TDV, 1995.
2)
M. Fethullah Gülen, Vuslat Muştusu, (Kırık Testi-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 52.
3)
M. Fethullah Gülen, Yitirilmiş Cennete Doğru (Çağ ve Nesil-3), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 25.
4)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’ın Altın İkliminde, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 32.
5)
M. Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 39.
6)
M. Fethullah Gülen, Buhranlar Anaforunda İnsan (Çağ ve Nesil-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 45–46.
7)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 26-27.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 28.
9)
A.g.e. s. 29.
10)
A.g.e. s. 462.
11)
A.g.e. s. 584.
12)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 172.
emanet.txt · Son değiştirilme: 2024/04/15 11:19 Değiştiren: Editör