Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


riya

Riya

  • “İki yüzlülük, gösteriş. Amelde Allah’tan başkasını gözetmekle ihlası terk etmektir.”1)
  • Riyanın, nefsin derinliklerinde saklı üç düğümü vardır: Medhi (övülmeyi) sevmek, zemmedilmekten (yerilmekten) korkmak, dünyaya düşkünlük ve insanların elindekilere tamah etmek.”2)
  • “Sen ey riyâkâr nefsim! ‘Dine hizmet ettim.’ diye gururlanma. اِنَّ اللهَ لَيُؤَيِّدُ هٰذَا الدِّينَ بِالرَّجُلِ الْفَاجِرِ 3) sırrınca; müzekkâ olmadığın için, belki sen kendini o racül-ü fâcir bilmelisin. Hizmetini, ubûdiyetini; geçen nimetlerin şükrü ve vazife-i fıtrat ve farîza-yı hilkat ve netice-i sanat bil, ucub ve riyâdan kurtul!”4)
  • Riyâya dair Üç Nokta yazılacak:
  • Birincisi: Farz ve vaciplerde ve şeâir-i İslâmiye’de ve sünnet-i seniyyenin ittibâında ve haramların terkinde riyâ giremez; izharı, riyâ olamaz. Meğer, gayet zaaf-ı imanla beraber, fıtraten riyâkâr ola. Belki, şeâir-i İslâmiye’ye temas eden ibadetlerin izharları, ihfâsından çok derece daha sevaplı olduğunu, Hüccetü’l-İslâm İmam Gazâlî (radiyallâhu anh) gibi zâtlar beyan ediyorlar. Sâir nevafilin ihfası çok sevaplı olduğu hâlde, şeâire temas eden, hususan böyle bid’alar zamanında ittibâ-ı sünnetin şerafetini gösteren ve böyle büyük kebâir içinde, haramların terkinde takvâyı izhar etmek, değil riyâ, belki ihfâsından pek çok derece daha sevaplı ve hâlistir.
  • İkinci nokta: Riyâya insanları sevkeden esbabın:
  • Birincisi: Zaaf-ı imandır. Allah’ı düşünmeyen, esbaba perestiş eder, halklara hodfuruşlukla riyâkârâne vaziyet alır. Risale-i Nur şakirtleri, Risale-i Nur’dan aldıkları kuvvetli iman-ı tahkikî dersiyle esbaba ve nâsa ubûdiyet noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki ubudiyetlerinde onlara gösterişle riyâ etsinler.
  • İkinci sebep: Hırs ve tamah, zaaf-ı fakr noktasında teveccüh-ü nâsı celbine medar riyâkârâne vaziyet almaya sevkediyor. Risale-i Nur’un şakirtleri, iktisat|iktisat]] ve kanaat ve tevekkül ve kısmetine rıza gibi, Risale-i Nur’un dersinden aldıkları izzet-i imaniye, inşaallah, onları riyâdan ve dünya menfaatleri için hodfuruşluktan men eder.
  • Üçüncü sebep: Hırs-ı şöhret, hubb-u cah, makam sahibi olmak, emsaline tefevvuk etmek gibi hisler ve insanlara iyi görünmek, tasannukârâne (haddinden fazla kendine ehemmiyet verdirmek) ve tekellüfkârâne (lâyık olmadığı yüksek makamlarda görünmek) tarzını takınmak ile riyâ eder.
  • Risale-i Nur şakirtleri, ‘ene’yi, ‘nahnü’ye tebdil ettikleri, yani enâniyeti bırakıp, Risale-i Nur dairesinin şahs-ı mânevisinin hesabına çalışması, ‘ben’ yerine ‘biz” demeleri; ve ehl-i tarîkatın fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi-’r-resûl ve nefs-i emmâreyi öldürmek gibi riyâdan kurtaran vâsıtaların bu zamanda birisi de ‘fenâ fi’l-ihvan’, yani şahsiyetini kardeşlerinin şahs-ı mâneviyesi içinde eritip öyle davrandığı için, inşaallah, ehl-i hakikatin riyadan kurtulmaları gibi, bu sırla onlar da kurtulurlar.
  • Üçüncü nokta: Vazife-i diniye itibarıyla nâsa hüsn-ü kabul ettirmek, o makamın iktiza ettiği yüksek tavırlar ve vaziyetler, hodfuruşluk ve riyâ sayılmaz ve sayılmamalı. Meğer o adam, o vazifeyi, kendi enâniyetine tâbi edip istimâl ede.
  • Evet, bir imam, imamet vazifesinde tesbihatları izhar eder, ismâ eder; hiçbir cihette riyâ olamaz. Fakat vazife haricinde o tesbihatları âşikâre halklara işittirmeye riyâ girebildiği için, gizlisi daha sevaplıdır. Risale-i Nur’un hakikî şakirtleri, neşriyat-ı diniyelerinde ve ittibâ-ı sünnetteki ibadetlerinde ve içtinab-ı kebâirdeki takvâlarında, Kur’ân hesabına vazifedar sayılırlar. İnşaallah riyâ olmaz. Meğerki Risale-i Nur’a, başka bir maksad-ı dünyeviye için girmiş ola.”5)
  • Bir kısmı müsbet, diğeri menfî.
  • Müsbet kısmı mâlûmdur.
  • Menfî kısmı ise, hastalıklar ve musîbetlerle musîbetzede zaafını ve aczini hissedip Rabb-i Rahîmine ilticâkârâne teveccüh edip, O’nu düşünüp, O’na yalvarıp hâlis bir ubûdiyet yapar. Bu ubûdiyete riyâ giremez, hâlistir. Eğer sabretse, musîbetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibâdet hükmüne geçer. Kısacık ömrü uzun bir ömür olur. Hattâ bir kısmı var ki, bir dakikası bir gün ibâdet hükmüne geçer.”6)
  • “Teveccüh-ü nâs istenilmez, belki verilir. Verilse de onunla hoşlanılmaz. Hoşlansa ihlâsı kaybeder, riyâya girer.”7)
  • “… ihlâsı zedeleyen ve riyâya ve dünyaya sevk eden, tûl-ü emel olduğu gibi, riyâdan nefret veren ve ihlâsı kazandıran, râbıta-yı mevttir. Yani, ölümünü düşünüp, dünyanın fânî olduğunu mülâhaza edip, nefsin desîselerinden kurtulmaktır.”8)
  • “Hubb-u câhtan gelen şöhret-perestlik sâikasıyla ve şan ü şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celbetmekle enâniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı rûhî olduğu gibi ‘şirk-i hafî’ tâbir edilen riyâkârlığa, hodfüruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.”9)
  • “Hasedin çaresi: Hâsid adam, haset ettiği şeylerin âkıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki; rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet; fânidir, muvakkattır.. faydası az, zahmeti çoktur. Eğer uhrevî meziyetler ise zâten onlarda haset olamaz. Eğer onlarda dahi haset yapsa ya kendisi riyakârdır, âhiret malını dünyada mahvetmek ister.. veyahut mahsûdu riyakâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.”10)
  • “Bir yerde çok güzel konuştunuz, çok güzel yazdınız, her istediğiniz oldu. Oturup, bir güzel nefis muhasebesi yapmalısınız. Zira istidraç olabilir. İhtimal onunla gurur, riya, kibir kapısı açılır ve insanlardan bir insan olmanızın kapısı kapanır.”11)
  • “Bir panayır gibi kazanç yollarının herkese açık olduğu bir davada, kendilerini riya ve süm’a ile tecrit eden tâli’siz ruhların, er geç iflas edip mahrumiyete düşmeleri kaçınılmazdır.”12)
  • “Kibir, haset, ucub, riyâ, fahr ve enaniyet misillü iç inhiraflar, hakikatin olduğu gibi duyulup hissedilmesine mâni olması ölçüsünde, küfür ve dalâletin basamakları sayılan günahlar da önemli birer engel sayılırlar.”13)
  • “Bir insanın yalnızken derince ibadet edip başkalarının yanında sığ yapması riya; kendi kendine yaptığında verip veriştirip başkalarının yanında özenip bezenmesi ise şirk kabul edilmiştir.”14)
  • “… biz bir başkasında ne görürsek görelim onun hakkında ‘Riya yapıyor.’ diyemeyiz. Elimizde riya yapıp yapmadığını ortaya çıkarabilecek belli bir mihenk taşı yoktur.”15)
  • “… Allah Resûlü riya hakkında ‘debîbü’nneml’16) buyuruyor. Yani, karanlık bir zeminde bir karıncanın yürürken bıraktığı izler gibi bir şeydir riya. Farkına varamazsınız, ibadetinizin içine girer de fark edemezsiniz.”17)

Ayrıca Bakınız

İlave Okuma

Dipnotlar

1)
Ali ibn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcani, Tarifat: Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, tercüme ve şerh: Arif Erkan, İstanbul: Bahar Yayınları, 1997, s. 112.
2)
El-Muhasibî, Kalb Hayatı (Er-Ri’aye), trc. Abdülhakim Yüce, İstanbul: Işık Yayınları, 2005, s. 169.
3)
“Muhakkak ki Allah bu dini, günahkâr biriyle de güçlendirir.” (Buhârî, Cihâd, 182).
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 516.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 153–154.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 11.
7)
A.g.e. s. 187.
8)
A.g.e. s. 204.
9)
A.g.e. s. 207.
10)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 301.
11)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 108.
12)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 149.
13)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 307.
14)
M. Fethullah Gülen, Kırık Testi-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 35.
15)
A.g.e. s. 176.
16)
Ahmed ibn Hanbel, El-Müsned, 4/403; İbn Ebî Şeybe, El-Musannef, 6/70.
17)
M. Fethullah Gülen, Kırık Testi-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 205.
riya.txt · Son değiştirilme: 2024/05/03 16:23 Değiştiren: Editör