Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


ulvi_alemler

Ulvî Âlemler

  • “Halik’ın namütenahi isimleri olduğu gibi o esma ve arkalarındaki sıfatların birinci, ikinci ve üçüncü… derecede tecelli alanları ve taayyün noktalarının bulunduğu da bir gerçek. Bu âlemler, hem bizim idrak ufkumuz hem de kendi mânâ ve muhtevaları itibarıyla aşkın âlemlerdir. Âlem-i mülk ve âlem-i şehadete dair, her zaman net bazı şeyler bilmemiz mümkün olsa da, lâhut, rahamût, ceberut, melekût âlemleriyle alâkalı ne keyfiyet çerçevesinde ne de kemmiyet plânında açık bir şey söylememiz oldukça zordur. Bu konudaki bütün mülâhazalar, Kitap ve Sünnet’in belirleyici temel esaslarına sadık kalınarak tamamen keşfe, müşahedeye, mükâşefeye bağlı beyanlardır.
  • İlim nazariyesi (epistemoloji) açısından Allah’tan gayrı zâhir-bâtın, lâtif-kesif, meşhud-gayrimeşhud, canlı-cansız, dünyevî-uhrevî her şeye âlem denir. Yukarıdaki çerçeve içinde bütün varlık ve onun perde arkası, Hazreti Zât’ın varlığının delili, icraatının belgeleri, kemâlinin aynaları, kaderi plân ve programının kitap ve defteri, belli bir tafsil adına her şeyin mahall-i taayyünü, aynı zamanda sıfat ve isimlerinin tecelli alanı olması itibarıyla görünen-görünmeyen hemen her şey O’na ait derin izler, emareler, nişanlar taşıdığından, hatta O’nu haykırdığından O’nun şahitleri mânâsına âlem unvanıyla yad edilmiş, hepsine birden ‘avalim“’ veya ‘âlemin’ denmiş; akıl, ruh, nefis, şuur, his ve idrak gibi O’nun ‘Ol!’ deyivermesiyle meydana gelen emir kaynaklı şeyler âlem-i emre bağlanmış; maddî, cismanî, terkip ve tahlil hususiyetlerini haiz, müddete vabeste arzî ve semavî bütün nesneler de âlem-i halk çerçevesinde mütalâa edilmişlerdir.
  • Bu taksime bağlı ve bir mânâda onun içinde, ‘âlem-i şehadet’, ‘âlem-i gayb’ diye bütün avalime esas teşkil eden iki ana âlem daha vardır ki, zikredeceğimiz bütün âlemler onların birer şubesi mesabesindedir:
  • 1) Gözle görülmeyen ve zahirî duyu organlarımızla hissedilmeyen, gayb âlemi ki, başta lâhut, rahamût, ceberut, melekût âlemleri olmak üzere, görülmezlik ve duyulmazlığın değişik basamaklarında yerlerini alan ve farklı unvanlarla yad edilen, mânâ âlemi, ruh âlemi, misal âlemi, berzah âlemi ve bâtınî, lâtif, nuranî daha bir sürü âlem hep bu gaybî âlem çerçevesinde mütalâa edilegelmiştir.
  • 2) Gözle görülebilen ve zahir duyu organlarıyla hissedilebilen şehadet âlemi ki, âlem-i halk, âlem-i mülk, âlem-i madde, âlem-i cisim, âlem-i suret, âlem-i kesafet, gibi değişik ad ve unvanlarla yad edilen ne kadar âlem varsa hemen hepsi bu âlemin birer fakültesi durumundadır.
  • Âlem-i gayb ve âlem-i şehadet, âlem-i emir ve âlem-i halk birbirinden farklı unvanlarla anılsalar da, bunlar iç içe âlemlerdir ve biri diğerinin zahirî buudu, öbürü de berikinin bâtınî derinliğinden ibarettir. Ancak, sıfat ve esmâ-i İlâhiyenin, hatta şe’n-i Rububiyetin birer mahall-i tecellisi ve farklı mertebede birer taayyün faslı sayılan bu âlemler tamamen birbirinden ayrı hususiyetler arz etmektedirler.
  • Ehl-i tahkike göre varlığın, hususiyle insanoğlunun değişik vilâdet mertebeleri vardır:
  • Bunlardan birincisi, esma ve sıfatın ilk zuhuru mertebesi; ikincisi, esnaf-ı melekûtun ceberut basamağında tulûu derecesi; üçüncüsü, cisim ve cevherlerin melekût burcunda bürûzu kademesidir. Böyle bir gelişme ve inkişaf tasavvuf ve bazı felsefî ekollerdeki ‘nüzul’ ve ‘urûc’ mülâhazalarına benzese de, urûc ve nüzûlla alâkasının olmadığı açıktır. Zira bunlar, birer taayyünün unvanı olarak zikredile-gelmişlerdir.. ve aynı zamanda seyr u sülûk-i ruhanîde de sâlikin bekâbillaha kadar uğrayacağı menzilleri işaretlemektedirler: Hak yolcusu, asar âleminden ef’âle, ondan esma ve sıfata, ondan da ‘bi gayri keyfin ve idrakin ve darbin min misâlin.’ (Bed’u’l-Emâlî) tecelli-i Zât’a urûc eder. Buna, âlem-i mülkten âlem-i melekûta, ondan âlem-i ceberut ve âlem-i rahamûta, ondan da ‘fenâfillah-bekâbillah’ ufku şeklinde yorumlanan âlem-i lâhuta, bir mârifet, bir zevk-i ruhanî seyahati de diyebiliriz. Hakikî bekâbillah âlem-i melekûtu duymakla başlar ve kalbî, ruhî hayat mertebesini tam ihrazla da daha ötelere devam eder gider. Nihayet varlığını, O’nun ziyâ-i vücudunun bir gölgesi görebilecek mülâhazalara ulaşınca da ‘min vechin’ seyahat sona erer. Biz şimdi, farklılıkları çerçevesinde, yukarıdan aşağıya -konuyu biraz da kendi idrak ufkumuza bağlıyoruz- ‘bî kem u keyf’ bu inkişafı takip etmeye çalışalım:
  • 1) Âlem-i Lâhut: İcmalî tarif çerçevesinde, âsârıyla müberhen, esmâsıyla malum, sıfatlarıyla muhat, tasavvuru nâkâbil-i idrak, gaybu’l-gayb, kenz-i mahfî, âlem-i ıtlak, gayb-ı mutlak, hakikatü’l-hakayık unvanlarıyla bilinen vâhidiyetin (Bazıları ehadiyet demede ısrar ediyor) mahall-i tecellisi âlemler üstü bir âlemdir…
  • 2) Âlem-i Rahamût: Küre-i arz üzerindeki hayvanat ve nebatatın varolmaları, hayata mazhariyetleri, yaşamaları, üremeleri ve bütün bu merhalelerin hemen hepsinde apaçık müşahede edilen uyumları, âhenkleri, insicamları, intizamları gibi hususlar., sonra insanoğlunun ruhanî ve cismanî letâif ve uzuvları itibarıyla mazhar olduğu şefkat, merhamet, inayet, riayet., gibi özel bütün teveccühler hep bu ikinci taayyün diyeceğimiz rahmaniyet ve rahimiyetin mahall-i inkişafı olan âlem-i rahamûta bakmakta, bu âlemin menfezleriyle teveccühe teveccühle mukabeleyi ifade etmekte ve o yolla beslenmektedir…
  • 3) Âlem-i Ceberut: İlâhî isim ve sıfatların tecelli alanı olarak bilinir. Ona; âlem-i vahdet, berzah-ı kebir, hakikat-ı Ahmediye, ruh-u a’zam, ruh-u küllî, zıll-i evvel de denmektedir. Bazı sofiye, âlem-i ceberûtu tamamen esma ve sıfat dairesinden ibaret görüp, onu âlem-i lâhut ve rahamût arasında veya lâhut ve melekût ortasında bulunan ilâhî kudret ve azamet âlemi olarak yorumlamıştır. Bu âlemin semavî ve manevî olduğunda şüphe yok. Ancak böyle bir âlemin, Hermes’in semavî mülâhazaları ve Eflatun’un İdeler alemiyle münasebetinin olmadığı da açıktır. İbrahim Hakkı Hazretleri’ne göre ceberut âlemi, bütün âlemlere nazır, kürsînin üstünde ve arş-ı a’zamın altında -altla-üstle her ne kastediliyorsa- manevî bir âlemdir…
  • 4) Âlem-i Melekût: Emir âlemi, ervah âlemi, berzah âlemi, son taayyün ve ruh-i izafî ufku da diyeceğimiz lâtif varlıklar âleminin son mertebesi ve âlem-i mülkün de tavanı mesabesindedir. Bu şekilde bir tasnif ve tertip; zât, sıfat ve ilâhî isimlerin tecelli mertebelerine birer unvan olmaları açısından zikredilmektedir ve böyle bir yaklaşımın temeli de keşfe, zevke, muhkem nusûsa bağlılık içinde içtihada, te’vile ve tefsire dayanmaktadır.”1)

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 538–543.
ulvi_alemler.txt · Son değiştirilme: 2024/07/12 13:21 Değiştiren: Editör