Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


cuziyet

Cüz’iyet

  • “Hazreti Zât’a ait tecellî, külliyet ve asliyet planında bütün varlığın vücud-u ilmîden, haricî vücud ufkuna ulaşmasının ‘ille-i gaiye’si kabul edilen Hz. Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa’ya has tecellî-i ulûhiyet ve rubûbiyet –ki ümmeti de bu tecellîyi cüz’iyet ve zılliyet ölçüsünde paylaşır–bir dağ vasıtasıyla Hz. Musa’ya mahsus sırf tecellî-i rubûbiyet bu tecellî-i âzamın kemmiyetsiz-keyfiyetsiz bir buudunu teşkil etmektedir.”1)
  • “İtminan mevhibesinin idrak edilme sınırlarını aşkın müntehâsını ‘nefs-i kâmile’ mertebesi teşkil eder. Dört bir yanda ilâhî tecellîlerin bütün mâsivâyı kendi rengine boyadığı, renklerin, şekillerin, keyfiyetlerin kendi çerçevelerinde silinip gittiği zevkî ve nazarî iç içe istihalelerin yaşandığı ve ‘seyr’in, ‘seyr billah’ ufkunda sürdürüldüğü bu şâhika, vahdette kesretin, kesrette de vahdetin yaşandığı ilâhî sırlara açık öyle bir zirveler zirvesidir ki, asalet ve külliyet planında orada sadece enbiyânın sesi-soluğu duyulur; zılliyet ve cüz’iyet dairesinde de dava-i nübüvvet vârislerinin.” 2)
  • “… insanın zatı, Zât-ı Hakk’a, sıfatları da sıfât-ı sübhaniyeye dayandığı gibi, bunlardaki izafîlik ve sınırlılık ya da zılliyet ve cüz’iyet de tamamen, Cenâb-ı Hakk’ın evsâfındaki hakikîliğe, nâmütenâhîliğe, asliyet ve külliyete delâlet etmektedir veya delâlet etmek içindir.”3)
  • “Her sıfatın, taalluk açısından bir hayli de cüz’iyâtı vardır. Bu cüz’iyât dahi değişik hayat mertebelerindeki varlıkların taayyün mertebeleri sayılırlar. Külliyet bir mânâda asliyet, cüz’iyet de zılliyet demektir. Taayyün mebdei küllî olanlar, bulundukları yörüngede asıl, cüz’î olanlar da onların izdüşümü mesabesindedir ve öncekilerin kademi altında sayılırlar. Zıllî bir mânâda asla ait hususiyetleri aksettirebilir ama o, kat’iyen asıl değildir.”4)
  • “… zatında diğer insanlar enbiya-ı izama müsavi olmadıkları gibi onların yolculukları da peygamberlerin yolculuklarına müsavi olamaz. Ne var ki İmam Gazzâlî, Muhyiddin b. Arabî, İmam Rabbânî ve Üstad Bediüzzaman gibi bazı yüce ruh ve selim fıtratların, Efendimiz’in açtığı kapıdan, O’nun arkasında yürüyerek hakikat-ı Ahmediyenin zılline ve cüz’iyetine ulaşmaları mümkün olur.”5)
  • “Kâbe, yeryüzünde Sidretü’l-Müntehâ’nın izdüşümüdür. Yani onun, asliyete göre zılliyet, külliyete göre cüz’iyet ölçüsünde bir uzantısıdır.”6)
  • “Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifadesiyle vatanı korumak gayesiyle bir gün nöbet tutan biri, günlerce, aylarca ibadet yapmış gibi sevap kazanır;65 keza bir saat tefekkür eden insan, yıllarca ibadet etmiş gibi olur.66 Demek ki bu türlü dar bir zaman dilimi içinde veya hayatî önem taşıyan bir mekânda bir insanın yapacağı bazı hususi, cüz’î, zıllî şeyler; cüz’iyetten çıkıp külliyet kesbediyor, zılliyetten çıkıp asliyete inkılap ediyor ve Cenâb-ı Hakk’ın katında aslı eda edilmiş gibi kabul ediliyor.”7)
  • “… ey insan! Sen, nebâti cismâniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibarıyla; sagîr bir cüz’, hakîr bir cüz’î, fakîr bir mahluk, zayıf bir hayvansın ki; bütün dehşetli mevcudât-ı seyyâlenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat muhabbet-i ilâhiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyet’in terbiyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın.. ve cüz’iyetin içinde bir küllîsin.. küçüklüğün içinde bir âlemsin.”8)
  • İnsan çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstaiddir. Lâkin iktidarı cüz’î, ihtiyarı cüz’î, istidatı muhtelif, arzuları mütefâvit olduğu hâlde; binler perdeler, berzahlar içinde hakikati taharri eder. Onun için hakikatin keşfinde ve hakkın şuhudunda berzahlar ortaya düşüyor. Bazılar berzahtan geçemiyorlar. Kabiliyetler başka başka oluyor. Bazıların kabiliyeti, bazı erkân-ı îmâniyenin inkişafına menşe’ olamıyor. Hem esmânın cilvelerinin renkleri mazhara göre tenevvü ediyor, ayrı ayrı oluyor. Bazı mazhar olan zât, bir ismin tam cilvesine medâr olamıyor. Hem külliyet ve cüz’iyet ve zılliyet ve asliyet itibarıyla cilve-i esmâ, başka başka suret alıyor. Bazı istidat, cüz’iyetten geçemiyor ve gölgeden çıkamıyor. Ve istidata göre bazen bir isim galip oluyor. Yalnız kendi hükmünü icra ediyor. O istidatta onun hükmü hükümran oluyor.”9)
  • “… cismâniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelîl, mukayyed, mahdud bir cüz’sün. O’nun ihsanıyla cüz’î bir cüzden, küllî bir küll-i nurânî hükmüne geçtin. Zira hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakiki külliyete.. ve İslâmiyet’i vermekle ulvî ve nuranî bir külliyete.. ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.”10)
  • “Madem her insan cüz’iyetten ve süfliyetten tecerrüt edip, en yüksek bir makam-ı küllîye çıkamıyor. O Hâkim’in küllî hitâbına bizzât muhatab olamıyor. Elbette o insanlar içinde bâzı efrâd-ı mahsusa, o vazife ile muvazzaf olacaklar; tâ iki cihetle münasebeti bulunsun: Hem insan olmalı, tâ insanlara muallim olsun; hem ruhen gayet ulvî olmalı ki, tâ doğrudan doğruya hitâba mazhar olsun.”11)
  • “Şems-i Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâl her şeye her şeyden daha yakın olduğu hâlde; her şey ondan nihayetsiz uzaktır. Yalnız bütün mevcudatı kat’ edip, cüz’iyetten çıkıp, külliyetin merâtibinde gitgide binler hicâblardan geçip, tâ bütün mevcudata muhît bir ismine yanaşır, ondan daha ileride çok merâtibi kat’eder. Sonra bir nevi kurbiyete müşerref olur.”12)
  • “… îmân, geçmiş ve gelecek zamana nüfuz edemeyen o cüz-ü ihtiyarînin dizginini cismin elinden alıp, kalbe ve rûha teslim eder. Rûh ve kalbin dâire-i hayatı ise, cisim gibi hazır zamana münhasır olmadığından, pek çok seneler mâziden, pek çok seneler istikbâlden dâire-i hayatına dâhil olduğundan; o cüz-ü ihtiyarî, cüz’iyetten çıkıp külliyet kesbeder. Zaman-ı mâzinin en derin derelerine kuvvet-i îmân ile girebildiği ve hüzünlerin zulmetlerini def’ edebildiği gibi; nur-u îmân ile istikbâlin en uzak dağlarına kadar çıkar, korkuları izâle eder.”13)
  • “Her müminin namazı, onun bir nevi miracı hükmündedir. Ve o huzura lâyık olan kelimeler ise, Mirac-ı Ekber-i Muhammed’de (aleyhissalâtü vesselâm) söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsî sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüz’iyetten külliyete çıkar ve o kudsî ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teâli edip genişlenir.”14)
  • “… burhanların heyet-i mecmuasına terettüp eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her ferdden istemek ve her ferdde aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz’iyetine işaret olup, matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binâenaleyh bir burhana bakıldığı zaman zaafiyetten dolayı vehimler baş gösterirse, öteki burhanlardan süzülen kuvvet ile ortada zaafiyet kalmaz, vehimler de dağılır.”15)
  • “İ’lem Eyyühe’l-Aziz! Sen şecere-i hilkatin ya bir semeresi veya bir çekirdeğisin. Cismin itibarıyla küçük, âciz, zayıf bir cüzsün. Lâkin Sâni-i Hakîm lütfuyla, latîf sanatıyla seni cüz ve cüz’îden küll ve küllîye çıkartmıştır. Evet cismine verilen hayat sayesinde, geniş duyguların ile âlem-i şehâdet üzerinde cevelân etmekle filcümle cüz’iyet kaydından kurtulmuşsun. Ve keza insaniyet îtasıyla bilkuvve ‘küll’ hükmündesin. Ve keza iman ve İslâmiyet ihsanıyla bilkuvve ‘küllî’ olmuşsun. Ve keza mârifet ve muhabbetin in’amıyla muhit bir nur olmuşsun.”16)
  • “Bervech-i âtî kelâmdan maksat, muhakeme ve muvâzenenin tarikini göstermektir. Tâ ki, mecmuunda hakikat tecellî etsin. Yoksa zihnin cüz’iyeti sebebiyle, o mecmuun her bir cüzünde neticenin tamamını taharrî etmek, kuvve-i vâhimenin tasallut ve tereddüdüyle hakikati evham içinde setretmektir.”17)

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 314.
2)
A.g.e. s. 434.
3)
A.g.e. s. 467.
4)
A.g.e. s. 772.
5)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 82.
6)
M. Fethullah Gülen, Prizma-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 142.
7)
M. Fethullah Gülen, Kendi İklimimiz (Prizma-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2007, s. 127.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 350.
9)
A.g.e. s. 357–358.
10)
A.g.e. s. 385.
11)
A.g.e. s. 619.
12)
A.g.e. s. 619–620.
13)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 283.
14)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 82–83.
15)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 55.
16)
A.g.e. s. 199.
17)
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 86.
cuziyet.txt · Son değiştirilme: 2024/03/20 11:44 Değiştiren: Editör