cennet
İçindekiler
Cennet
- “Dünyanın kapısı ‘Bismillâh’la açılmıştır. Kâinat ‘Bismillâh’la kurulmuştur. Her hâdise ‘Bismillâh’la meydana gelir. Ve kıyamet ‘Bismillâh’la kopacak, haşr ü neşr, Cennet-Cehennem ‘Bismillâh’la teessüs edecek, mü’minler ‘Bismillâh’ dediklerinde Cennet’in kapısı açılacak ve orada mü’minler, بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ’de anlatılan Allah’ı, Rahmân ve Rahîm olan Zât’ı göreceklerdir. Âlem ‘Bismillâh’la başladığı gibi ‘Bismillâh’la bitecektir.”3)
- “Kürsî kâinatlardan ne nisbette büyük gösterilmişse, Arş’ın da Kürsî’den o kadar geniş ve kuşatıcı olduğu ifade buyrulmuştur. Onun bu vüs’atini ortaya koyma sadedinde, arz, sema, Cennet, Cehennem, Sidretü’l-Müntehâ, Beytü’l-Mâmur gibi bütün ulvî âlemler Arş’ın ihatası altında gösterilmiştir.”4)
- “Ebu’s-Suûd Efendi gibi bazı müfessirler, bu kapılardan maksadın insanın mükellef organları olduğunu söylemiş ve Cehennem’in yedi, Cennet’in de sekiz kapıya sahip oluşunu kalbin Allah’a müteveccih bulunmasına bağlamışlardır.6) Bu anlayışa göre; insanın mükellef organları kalb, dil, kulak, göz, el, ayak, ağız ve apışarası olmak üzere sekiz tanedir. Şayet, kalb doğrudan doğruya Cenâb-ı Hakk’a açık olursa, bu sekiz organın her biri Allah’ın emri üzere hareket ederek Cennet’e giriş kapısı mahiyetini alacaktır. Fakat, eğer kalb kapısı Mevlâ-yı Müteâl’e karşı kapanmış bulunursa, diğer yedi uzvun her biri Cehennem’e açılan bir medhal şekline bürünecektir. Bununla birlikte, mârifet kapısı olan kalbin, Cehennem’e açılma ihtimali yoktur; o ya bütün bütün sürgülüdür, ya da ondan yalnızca Cennet’e yürünür. Dolayısıyla, Cehennem için yedi, Cennet için ise sekiz kapı söz konusudur. Kanaat-i âcizânemce, bu güzel bir tevil sayılsa da, meseleyi sadece vücudun azalarına hasretmek doğru değildir; bu organları, mezkur kapılara götüren birer vesile bilmek daha isabetli olsa gerektir.”7)
- “… îmân, mânevî bir cennetin çekirdeğini taşıyor. Küfür dahi, mânevî bir cehennemin tohumunu saklıyor.”8)
- “… dâr-ı saadet ve ebediyet olan cennette bittarîki’l-evlâ, dost, dostu ile beraber iken, her birisi istidadına göre sofra-yı Rahmânirrahîm’den, istidatları derecesinde hisselerini alırlar. Bulundukları cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mâni olmaz. Çünkü; cennetin sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları hâlde, umumun damı Arş-ı âzam’dır.9) Nasıl ki mahrutî bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir; fakat, birbirinin güneş görmelerine mâni olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de cennetler de buna yakın bir tarz ile olduğu, ehâdîsin mütenevvi rivâyâtı işaret ediyor.”10)
- “… şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada güneşin pek çok aynalarda bir anda aynen bulunması gibi; öyle de, nuranî bir zât, bir anda çok yerlerde aynen bulunması; –On Altıncı Söz’de isbat edildiği gibi– meselâ: Hazreti Cebrâil (aleyhisselâm), bin yıldızda bir anda, hem Arş’ta, hem huzur-u nebevî’de, hem huzur-u ilâhîde bir vakitte bulunması; hem Hazreti Peygamber’in (aleyhissalâtü vesselâm) haşirde bir anda ekser etkıya-ı ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi ve evliyanın bir nevi garibi olan ebdalların, bir vakitte çok yerlerde görünmesi ve avâmın, rüyada bâzan bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşâhede etmesi ve herkesin kalb, ruh, hayâl cihetiyle bir anda pek çok yerlerle temas edip alâkadârâne bulunması, mâlûm ve meşhud olduğundan; elbette nuranî, kayıtsız, geniş ve ebedî olan cennette, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetinde ve hayâl süratinde olan ehl-i cennet, bir vakitte yüz bin yerlerde bulunup yüz bin hûrilerle sohbet ederek yüz bin tarzda zevk almak, o ebedî cennete, o nihayetsiz rahmete lâyıktır ve Muhbir-i Sâdık’ın (aleyhissalâtü vesselâm) haber verdiği gibi hak ve hakikattir. Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatler tartılmaz.”11)
- “Cennet ve cehennem, şecere-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. Meyvenin yeri ise, dalın müntehâsındadır. Hem şu silsile-i kâinatın iki neticesidir. Neticelerin mahalleri, silsilenin iki tarafındadır. Süflîsi, sakîli aşağı tarafında; nurânisi, ulvîsi yukarı tarafındadır. Hem şu seyl-i şuûnâtın ve mahsûlât-ı mâneviye-i arziyenin iki mahzenidir. Mahzenin mekânı ise, mahsûlâtın nev’ine göre, fenası altında, iyisi üstündedir. Hem ebede karşı cereyan eden ve dalgalanan mevcudât-ı seyyâlenin iki havzıdır. Havzın yeri ise, seylin durduğu ve tecemmû ettiği yerdedir. Yani, habîsâtı ve müzahrafâtı esfelde, tayyibâtı ve sâfiyâtı âlâdadır. Hem lütuf ve kahrın, rahmet ve azametin iki tecelligâhıdır. Tecelligâhın yeri ise her yerde olabilir. Rahmân-ı Zülcemâl ve Kahhâr-ı Zülcelâl nerede isterse tecelligâhını açar.”12)
Ayrıca Bakınız
Dipnotlar
1)
Tirmizi, Cennet, 31.
2)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 58.
3)
M. Fethullah Gülen, Fatiha Üzerine Mülâhazalar, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 86.
4)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 745.
5)
M. Fethullah Gülen, Mefkûre Yolculuğu (Kırık Testi-13), İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 94.
6)
Ebu’s-Suûd, Tefsîru Ebi’s-Suûd, 5/79.
7)
M. Fethullah Gülen, Kalb İbresi, (Kırık Testi-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 82.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 16.
9)
Buhârî, Tevhid, 22; Tirmizî, Cennet, 4.
10)
A.g.e. s. 544.
11)
A.g.e. s. 546.
12)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 6–7.
13)
A.g.e. s. 530.
14)
A.g.e. s. 535.
cennet.txt · Son değiştirilme: 2024/07/30 14:48 Değiştiren: Editör