Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


mana

Mânâ

  • “Bir şey ile kastedilen anlamdır.”1)
  • “Meani (mânâlar): Karşılarına lafızlar konulmuş olması bakımından zihnî suretlerdir. Akılda hâsıl olan suret, lafız ile kastedilmiş olması bakımından ‘mânâ’, lafız yoluyla akılda hâsıl olması bakımından ‘mefhum’ diye adlandırılmıştır.”2)
  • “Manevî, kendisinde lisanın nasibi olmayan şeydir. O ancak kalb ile bilinen bir mânâdır.” 3)
  • Fehim, muhatabın lafzından mânâ tasavvur etmedir.”4)
  • Edebiyatta esas unsur mânâdır. Bu itibarla da, söylenen sözlerin kısa, fakat zengin ve dolgun olmaları önemlidir. Bu hususu bazı kimseler, eskilerin beyân ve bedî mevzularında ele aldıkları teşbih, istiâre, kinâye, telmih, cinas, iâde gibi söz ve mânâ san’atlarıyla anlatmak istemişlerse de; bence, en derin söz, ilhamla coşan heyecanlı ruhlarda, varlığı sarıp sarmalayıp gönlüne yerleştirmesini bilen engin hayallerde, dünya ve ukbâyı bir hakikatin iki yüzü gibi bir arada mütalâa etmeye muvaffak olmuş inançlı ve terkipçi dimağlarda aranmalıdır.”(M. Fethullah Gülen, Ölçü veya Yoldaki Işıklar, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 53.))
  • “Doğuştan bir mânâ ve nüve olarak hemen her ruhun önemli bir yanını teşkil eden aşk, gerçek ton ve rengini hakikî aşka inkılâp etmekte bulur; bulunca da ebedîlik kazanır ve gider vuslat eşiğinde mücerret bir lezzete inkılâp eder.”6)
  • “Her biri kendi çapında Sidretü’l-müntehâ’nın birer gölgesi gibi duran bu kutsî mekânlar neye benzerlerse benzesinler, bunların hemen hepsi de bizim ülkemizin özünden-usaresinden, ruhundan-mânâsından süzülüp çıkmış gibi bir edaya sahiptirler ve bizim mânâ köklerimizle, iç muhtevamızla o kadar uyum içindedirler ki, onlarla ne zaman karşılaşsak, his, idrak veya şuuraltı müktesebatımızdan bir kesitle karşılaşmış gibi oluruz.”7)
  • “… bir taraftan yeni çalışmalarla, millî ruh köklerimizi tespit ederek onlara dayanmaya, hatta onları aşmaya uğraşırken, diğer taraftan da, yaşamak için yenilenmek, meyve verebilmek için de her zaman canlı kalmak mefkûresiyle, gönüllerimiz, ruh ve mânâ köklerimiz de, gözlerimiz, geleceğin art arda ufukları ötesinde, yaşamayı ve inkişaf etmeyi ‘olmazsa olmaz’ ölçüsünde bir düstur kabul ederek, hiç bitmeyen bir açılma iştiyakıyla yaşamalıyız ki, hayatlarımızı onların yaşamasına bağladığımız gelecek nesilleri de yaşatabilelim.”8)
  • Sofîler, âlem-i misâl alanını biraz daha açarak şu mütalâada bulunurlar: Âlem-i misâl, dünya-ahiret arası mutavassıt bir mekân, taayyün-ü sânî (ayrı bir yazı konusu), nüfûs-u nâtıka, ervâh-ı kudsiye-i mücerrede (ruhların cisimlerle münasebete geçmeden önceki latîf hâl ve keyfiyetleri) madde-mânâ arası berzah âlemi vs.. bu mütalâalara göre misâl âlemi, mânâ ve mahiyetlerin belli bir taayyünle yeni bir hüviyet ve yeni bir keyfiyete ulaşmak için geçtikleri berzahî bir köprü, fizik ve metafizik dünya arasında sırlı bir koridor, birbirinden farklı iki buud ortasında bulunan hâil ve perde, mücerred hakikatlerle müşahhas varlıkların iltisak noktası, duyulup hissedilmeyenlerle duyulup hissedilenleri birbirinden ayıran ufuk.. ayrıca berzahı, meânî ve mücerred hakikatlerin urba giyme hazîresi görenler de olmuştur.”9)
  • Kâinatın içindeki canlı-cansız varlıklar, kanunlar-nizamlar, küllî kaideler, cüz’î disiplinler Kur’ân’da birer söz, birer beyan şeklinde yerini alır; imana dönüşür içimize akar, hayrete inkılâp eder, dimağlarımızda kaynamaya durur. Hem öyle bir akar ve kaynar ki, insan başka şeylere başvurma ihtiyacını duymayacak hale gelir. Çünkü Kur’ân’ın gözlere ve gönüllere sunduğu mânâ ve muhteva bitecek gibi değildir.”10)
  • İnsan, … kâinat, eşya ve hâdiseleri okuyabildiği takdirde zamanla, uzak-yakın çevresindeki her şeyin dili çözülüverir; her nesne ona kendi konum ve mânâsıyla alâkalı çeşit çeşit kasideler sunmaya başlar; içini döker, Yaradan’a işaretlerde bulunur ve arkasındaki engin mânâlarla onun ufkuna ışıklar, gönlüne de inşirahlar salar.”11)
  • Kâinat kitabının, insanın duygularına hitap eden yönleri vardır. Meselâ insan, kâinat kitabını tetkik ettiğinde, bu koca ağacın çekirdeğinden köküne, dalına-budağına, çiçeğinden meyvesine kadar ilâhî ‘Kudret’ ve ‘İrade’nin yazdığı o muhteşem kitaptan aldığı mânâ usâreleriyle bir arı gibi petekler oluşturacak ve onları kalb ve dimağına emanet edecektir. Kalb ve dimağ ise bu mânâları analiz ederek onların verâsında anlatılmak istenenleri kavramaya çalışacaklardır. Ne var ki, herhangi bir mürşid olmadığında, onların bu mânâları anlayıp kavramada âciz kalmaları da kaçınılmazdı.”12)
  • “Kitab-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın misdakı, i’câzıdır. Müfessiri eczasıdır. Mânâsı içindedir.”13)
  • “Asıl mânâ odur ki, elfaz onu sımahta boşalttığı gibi, zihne nüfuz ederek vicdan dahi teşerrüb etmekle, ezâhîr-i efkârı feyizyâb eden şeydir.”14)
  • “… her hakikatten daha zâhir ve daha vâzıh tahakkuk etmiş ki, Kur’ân’ın mânâları hak oldukları gibi, tarz-ı ifade ve suret-i mânâsı dahi beliğane ve ulvidir.”15)
  • “Lafız-perestlik nasıl bir hastalıktır; öyle de, suret-perestlik, üslûp-perestlik ve teşbih-perestlik ve hayal-perestlik ve kafiye-perestlik, şimdi filcümle, ileride ifrat ile, tam bir hastalık ve mânâyı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. Hatta bir nükte-i zarâfet için veya kafiyenin hatırı için çok edip, edepte edepsizlik etmeye şimdiden başlamışlardır. Evet, lafza ziynet verilmeli, fakat tabiat-ı mânâ istemek şartıyla. Ve suret-i mânâya haşmet vermeli, fakat meâlin iznini almak şartıyla. Ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun istidadı müsait olmak şartıyla.”16)
  • Maâni-i beyaniyenin aşılaması ve telkihi ve mânâların becayiş ve inkılâpları.. kelimenin mânâ-yı hakikîsi, ya garaz veyahut mânâ-yı muallâkadan birisini teşerrüb ve içine cezbetmektir. Zira, içine girdiği vakit, sahibü’l-beyt olan hakikate ve esasa dönüyor. Ve asıl lafzın sahibi olan mânâ ise, bir suret-i hayatiyeye dönüyor, ona medet verir. Ve müstetbeattan istimdat eder. Bu sırdandır ki, kelime-i vahidenin maâni-i müteaddidesi oluyor. Ve becayiş ve telkihat bundan çıkar. Bu noktadan gaflet eden, büyük bir belâgatı kaybeder.”17)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Ali ibn Muhammed es-Seyyid eş-Şerif Cürcani, Tarifat: Arapça-Türkçe Terimler Sözlüğü, tercüme ve şerh: Arif Erkan, İstanbul: Bahar Yayınları, 1997, s. 215.
2) , 3)
A.g.e. s. 215.
4)
A.g.e. s. 173.
6)
A.g.e s. 66.
7)
M. Fethullah Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket (Çağ ve Nesil-8), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 65.
8)
M. Fethullah Gülen, Beyan, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 41.
9)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 536.
10)
M. Fethullah Gülen, Prizma-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 157.
11)
M. Fethullah Gülen, Sükûtun Çığlıkları (Çağ ve Nesil-9), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 53.
12)
M. Fethullah Gülen, Kur’ân’ın Altın İkliminde, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 32.
13)
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 14.
14)
A.g.e. s. 15.
15)
A.g.e. s. 52–53.
16)
A.g.e. s. 64.
17)
A.g.e. s. 76.
mana.txt · Son değiştirilme: 2024/05/31 18:04 Değiştiren: Editör