Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


muhakeme

Muhakeme

  • “Ey şeytan! Bîtarafâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Hâlbuki hem senin, hem insandaki senin şâkirtlerinin dediği bîtarafâne muhakeme ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü Kur’ân’a kelâm-ı beşer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki, bâtıla tarafgirliktir.”1)
  • “… insanda hissiyât galip olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı, ileride gayet büyük bir mükâfâta tercih eder.”2)
  • “Mâlûmdur ki; her yerde ehl-i maarif, mârifet ve ilim noktasında muhakeme eder. Nerede ve kimde mârifet ve ilmi görse, meslek itibârıyla ona karşı bir dostluk ve bir hürmet besler. Hattâ düşman bir hükûmetin bir profesörü bu memlekete gelse, ehl-i maarif, onun ilim ve mârifetine hürmeten onu ziyaret ederler ve ona hürmet ederler.”3)
  • “Ey şeytan! Bîtarafâne muhakeme, iki taraf ortasında bir vaziyettir. Hâlbuki hem senin, hem insandaki senin şâkirtlerinin dediği bîtarafâne muhakeme ise, taraf-ı muhalifi iltizamdır. Bîtaraflık değildir, muvakkaten bir dinsizliktir. Çünkü Kur’ân’a kelâm-ı beşer diye bakmak ve öyle muhakeme etmek, şıkk-ı muhalifi esas tutmaktır. Bâtılı iltizamdır, bîtarafâne değildir. Belki, bâtıla tarafgirliktir.”4)
  • “Mesâil-i şeriattan bir kısmına ‘taabbüdî’ denilir, aklın muhakemesine bağlı değildir, emrolduğu için yapılır; illeti, emirdir.”5)
  • “Risale-i Nur, sâir kitaplara muhalif olarak başta perdeli gidiyor; gittikçe inkişaf eder. Hususan bu risalede Birinci Mertebe, çok kıymettar bir hakikat olmakla beraber çok ince ve derindir. Hem bu Birinci Mertebe, bana mahsus, gayet ehemmiyetli bir muhakeme-i hissî ve gayet ruhlu bir muamele-i imanî ve gayet gizli bir mükâleme-i kalbî suretinde mütenevvî ve derin dertlerime şifa olarak tebârüz etmiş. Bana tam tevâfuk eden, tam hissedebilir; yoksa tam zevk edemez.”6)
  • “Dördüncü belâ ki; ehl-i zâhiri teşviş eder; imkân-ı vehmîyi, imkân-ı aklî ile iltibas ettikleridir. Hâlbuki, imkân-ı vehmî, esassız olan ırk-ı taklitten tevellüd ile safsatayı tevlid ettiğinden, delilsiz olarak her biri bedîhiyatta bir ‘belki,’ bir ‘ihtimal,’ bir ‘şekke’ yol açar. Bu imkân-ı vehmî, galiben muhakemesizlikten, kalbin zaaf-ı âsâbından ve aklın sinir hastalığından ve mevzu ve mahmulün adem-i tasavvurundan ileri gelir. Hâlbuki, imkân-ı aklî ise, vacip ve mümteni olmayan bir maddede, vücut ve ademe bir delil-i kat’îye dest-res olmayan bir emirde tereddüt etmektir. Eğer delilden neşet etmiş ise makbuldür; yoksa muteber değildir.”7)
  • “… artık maddî kılıç kınına girmiştir. Medenîlere galebe ikna iledir.8) Güç ve kuvvet ile insanları bir yere yönlendiremezsiniz. Süper gücünüzle gider bir yeri işgal eder, yakar yıkar, insanları öldürürsünüz; ama bütün dünyanın tepkisini alırsınız. Öte yandan akıl, mantık, muhakeme ile, evrensel insanî değerlerle girerseniz, gönüllere sultan olursunuz Allah’ın inayetiyle.”9)
  • “… istiğna sadece maddî ücretlerle alâkalı bir mesele değildir. Cenâb-ı Hakk’ın insana bahşettiği akıl, zekâ, mantık ve muhakeme kabiliyeti, sevk ve idaredeki yüksek performans gibi donanımlar da bir imtihan vesilesidir. İşte bu tür mazhariyetler sonucunda elde edilebilecek maddî-mânevî makam ve mansıplar, ad ve unvanlar, nam u nişan, teveccüh ve iltifatlar mevzuunda da insan beklentiye girmemeli ve hep istiğna ruhuyla hareket etmelidir. Üstad Hazretleri bir yerde sebeb-i mesuliyet ve hatar olan metbuiyete, tâbiiyetin tercih edilmesi gerektiğini hatırlatıyor. Yani varsın, önümüze başkaları geçsin, başkaları imam olsun. Meselâ, mihraba geçtik ve insanlar da arkamızda saf bağladı. Tam o esnada gördük ki, arkamızda imamet vazifesini yapacak birisi var. Hemen geriye çekilmesini bilmeli ve onun imamete geçmesini temin etmeliyiz. Ve yine diyelim ki, yirmi-otuz sene değişik yerlerde hak ve hakikate hizmet ettik, işin tabiî seyri içerisinde insanların imreneceği, teveccüh göstereceği bir konumu bize emanet ettiler. İşte bu noktada her zaman kendimizi diken üstünde duruyor gibi görmeli ve acaba bana ne zaman ‘Gel!’ diyecekler; diyecek de beni bu vebalden kurtaracaklar mülâhazasını taşımalıyız. Evet, çok rahatlıkla, bir dönem önünde yürüdüğümüz insanların arkasına geçebilmeli ve onları takip edebilecek kıvamda olmalıyız.”10)
  • Lügat itibarıyla mevhibe ve vâridât arasında, yukarıda da işaret edildiği gibi açık bir fark bulunmasına rağmen, sofiye bunları çok defa aynı anlamda kullanmış ve her ikisiyle de, içe doğan ve kalbe gelen ilham esintilerini kastetmişlerdir. Gerçi, bazen bu kelimelerle insan derûnunda beliren sevinç-hüzün, inşirah-inkisar ve kabz u bast hislerinin kastedildiği de olmuştur; ama, çoğunluğun görüşü, onların yukarıdaki yorumlar çerçevesinde, teemmülsüz ve insan iradesine iktiran etmeyen ilâhî esintiler anlamına geldiği istikametindedir. Evet, mevhibe de, vâridât da, göz ve kulakların tavassutu söz konusu olmadan, Hakk’ın mükerrem kullarının kalbine atılan öyle bir ilâhî armağan ve Hak teveccühüdür ki, hiçbir zaman onu akıl, mantık ve muhakeme ile kavramak mümkün değildir.”11)
  • “Gerçek mefkûre insanı, aynı zamanda bir hikmet eridir. O, her şeyi bir taraftan aklın ihatalı dünyasıyla temâşâ ederken, diğer taraftan da kalbin kadirşinas kıstaslarıyla tartar, muhasebe ve murâkabe kriterlerinden geçirir, muhakeme potasında yoğurur, şekillendirir ve her zaman aklın nuruyla kalbin ziyasını atbaşı götürmeye çalışır.”12)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 196.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 97.
3)
A.g.e. s. 217.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 352.
5)
A.g.e. s. 447.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 54.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 55.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 54.
9)
M. Fethullah Gülen, Gurbet Ufukları (Kırık Testi-3), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 68.
10)
M. Fethullah Gülen, Yaşatma İdeali (Kırık Testi-11), İstanbul: Nil Yayınları, 2012, s. 119.
11)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 675.
12)
M. Fethullah Gülen, Ruhumuzun Heykelini Dikerken-1, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 120–121.
muhakeme.txt · Son değiştirilme: 2024/08/15 14:58 Değiştiren: Editör