ihtisas
İçindekiler
İhtisas
- “İnsan bazen içinde, tasavvufî ifadesiyle, bast hâli dediğimiz bir inşirah, bir huzur, bir zevk duyar ve bunu tâ iliklerine kadar yaşar. Bazen de kabz hâli olur. Hiç farkına varmadan bast hâlinin inşirah meltemlerine mukabil, hüzün ve sıkıntı rüzgârları eser insanın içinde, ki insanın bunları duymasına ihsas veya ihtisas denmektedir.
- Bu esintiler hâricî bir sebeple meydana geldiği gibi, böyle bir sebep olmaksızın da meydana gelebilir. Benlikte, nefiste meydana gelen duyuşlara, hissedişlere ihsas denir. Bir de ihtisas vardır. İhsas, daha ziyade hariçte bir nokta-i istinat ve mevcut bir sebebe dayalı olduğu hâlde, ihtisas, hariçten kat-ı nazar kendi içinde ve hiçbir şeye dayanmadan ruhta duyulan bir şeydir ki, işin bu cephesi tamamen vicdana aittir. Öbür cephesi ise akla malzeme sunan şuurla alâkalıdır. Bu itibarla ister ihtisas yönüyle, ister ihsas yönüyle meseleyi ele alalım; zaman müdahaleli insanın bu türlü parça parça, kopuk kopuk duyuşlarına şuur denir.”1)
- “Sır; bilinmeyen, duyulmayan, gizli olan, anlama ve açıklamada aklın âciz bulunduğu şey ve insanda bir latîfe; hafî, sırra göre daha kapalı, daha gizli ve akli melekelerle idrak edilemeyen insan ruhunda bir ihsas sistemi; ahfâ ise, bunlardan daha mahfî ve bilinip duyulmayacak şekilde meknî, mestûr ve ancak müterakkî ruhlarda bulunan ihtisas mekanizması diyebileceğimiz hakikati meçhul manevi bir merkezdir.”3)
- “İnsanın özü, kendini duyuş ve bilişi de diyebileceğimiz vicdan; insan ruhunun, iyiyi kötüden tefrik edebilen irade, kalbin ayrı bir derinliğinin unvanı sayılan latîfe-i rabbâniye (fuâd), şuur vâridâtıyla zihin ve ihsas televvünlü his halitasından oluşan bir mekanizmadır; insanın, hem kendini hem de bütün varlığı, varlığın Allah’la münasebetini duyan, sezen, yorumlayan ve rükünlerinin canlılığı ölçüsünde imana, mârifete, muhabbete, aşk u iştiyaka menfezler oluşturan melekûtî bir mekanizma. Farklı metafizik derinlikleri haiz olan bu sistemde her zaman bilkuvve (potansiyel olarak), iradenin sesini-soluğunu, ‘latîfe-i rabbâniye’nin sezi ve müşâhedelerini, zihnin şuur menbalı bilgi ve müktesebâtını, hissin ihtisas dalga boylu sübjektif mevhibelerini ve ihsas televvünlü mârifet çağlayanlarını duyup sezmek mümkündür.”4)
- “Cenâb-ı Hakk’ın, ârifân kalbinden bütün mâsivâullahı (Allah’tan gayri her şeyi) silip-süpürüp setretme sadedinde – bî kem u keyf–o müteâl varlığını onların o temizlerden temiz gönüllerine duyurma murad-ı sübhânîsine bağlı tecellî eden ve bütün beşerî ihsaslar, ihtisaslar ufkunu kuşatan Zâtî bir nur ve ziya tufanıdır sübuhât-ı vech.”7)
- “İnsan ilmi, insan zekâsı, ihtisaslarımız dışı (duyu dışı) idrakleri, vahyi, ilhamı, önseziyi, birer sır yumağı sayılan rüyaları, ruhun mekân ve zaman üstü bilgi kaynaklarını, insan benliğinin derinliklerine ıttılaı, tenasüb-ü illiyet prensibiyle izah edilemeyecek şekilde cereyan eden metafiziğin fiziğe tesirlerini, kerametli elleri, harika solukları ve duaları, mevcut bilgilerimizi aşan müessiriyetlerini izah edememektedir. Bu gibi meselelerde insanlık, büyük çoğunluğu itibarıyla hâlâ dinin teklif ettiği çözümlere sığınmakta; onlara müracaat etmekte ve problemlerin çözümünü gökler ötesi referanslarda aramakta; bütün çarpıtmalara rağmen buna, vicdan ibresinin doğruyu göstermesi diyebiliriz.”9)
- “‘Kalb ve ruh insanları ile içli-dışlı bulunmaya çalışınız!’ Kalb ve ruh insanları… Çok defa âcizâne arz etmeye çalıştım: Sonradan değişik müesseseler oluştu; fakat Devr-i Risâletpenâhi’de, İnsanlığın İftihar Tablosu döneminde her şey bir bütünlük içinde ele alınıyor, ifade ediliyordu. Mesela, bir insan ele alındığı zaman, o, bir maddî anatomisi ile ele alınıyordu, bir de manevî anatomisinin varlığı vurgulanıyordu. Maddî anatomisi; eli-ayağı, gözü-kulağı, dili-dudağı, içi-dışı, kalbi, em’âsı (bağırsakları), batnı, beyni, nöronları, Hipofiz bezi, Talamus bezi filan… Maddî anatomisini düşündüğünüz, bunu teşrih masasına yatırdığınız zaman karşınıza çıkacak şeyler, bunlar ve bunlara benzer şeylerdir. Bir de insanın, kalb, ruh, sır, letâif gibi şeyleri vardır; his gibi, ihtisas gibi şeyleri vardır. Bunlar da insanın manevî anatomisini teşkil eder. Bu yönüyle ‘kalb ve ruh insanları ile’ diyor esasen.10)
- “… insan ancak amel neticesinde, vicdanında duya duya Cenâb-ı Hakk’ı (celle celâluhu) bilebilir. Üstad Hazretleri bir mânâda böyle bir bilme için, ‘hads’ tabirini kullanmıştır11) ki, hads, bir yönüyle esbabı olmadan derinlemesine bir ihsas ve ihtisas neticesinde insan vicdanında bir mârifet peteği oluşturur. Aynı zamanda o, iz’an mertebesinde aksine ihtimal vermeyecek şekilde bir imanı netice verir.”12)
- “… aşk u şevkin uyarılmasının en önemli vesilelerinden biri ise insanlarda tefekkür mekanizmasının harekete geçirilmesi, düşünce sisteminin derinleştirilmesidir. Tefekkür kelimesi, tekellüf ifade eder. Dolayısıyla tefekkür, insanın şakaklarını zonklatırcasına temrinle kendisini düşünmeye alıştırması neticesinde kazanılacak bir ameliyedir. Tefekkür, insanın oturup kara kara düşünmesi veya görüp duydukları karşısında sathî ve küçük münasebetler kurması demek değildir. Bilâkis o, mebde ve müntehayı beraber değerlendirme; aklı, sebep-sonuç arasında âdeta bir mekik gibi getirip götürerek düşündüklerinden bir şeyler sağma, belki ruhuyla onları massetme, aynı zamanda düşündüklerini ihsaslarına mâl etme, hatta ihtisas imbikleriyle onlardan yeni bir şeyler çıkarmanın ad ve unvanıdır. Bu açıdan aşk u iştiyak kazandırma adına öncelikle insanları düşünmeye, mantıklarını işletmeye alıştırmak ve onları iyi ve kötüyü doğru görecek hâle getirmek gerekir.”13)
- “… yapılan işin maksadının aksiyle neticelenmemesi için bâtıl olarak isimlendirilen kötülük ve günahlar tafsile girilmeden icmalen zikredilmeli, akabinde onların zararları anlatılmalı, gerek dünyada gerekse ahirette insanın başına getireceği olumsuz âkıbet ifade edilmelidir. Mesela sürekli günah işleyip kötülük peşinde koşan birine, mânevî füyûzat hislerini yitireceği, ibadet ü taatından zevk alamayacağı, basiretinin köreleceği, ihsaslarını harekete geçiremeyeceği, ihtisas dünyasından habersiz yaşayacağı, şeklî Müslümanlıktan kurtulamayacağı, Allah’ı (celle celâluhu) sadece nazarî olarak bileceği, O’nun huzurunda bulunuyor olma şuuruna ulaşamayacağı gibi hususlar hatırlatılabilir. Yani bir günahı tasvirden daha ziyade o günahın sebebiyet vereceği kötü âkıbete dikkat çekilebilir.”14)
Ayrıca Bakınız
Dipnotlar
1)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 208–209.
2)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 71.
3)
A.g.e. s. 240.
4)
A.g.e. s. 619.
5)
A.g.e. s. 631–632.
6)
A.g.e. s. 640.
7)
A.g.e. s. 666.
8)
A.g.e. s. 702.
9)
M. Fethullah Gülen, Günler Baharı Soluklarken (Çağ ve Nesil-5), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 111.
10)
M. Fethullah Gülen, “Nifak ve Enâniyet Çağında, İhlâs ve İstikâmet Vesileleri”
11)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 236.
12)
M. Fethullah Gülen, Cemre Beklentisi (Kırık Testi-10), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 171.
13)
M. Fethullah Gülen, Yenilenme Cehdi (Kırık Testi-12), İstanbul: Nil Yayınları, 2013, s. 229–230.
14)
M. Fethullah Gülen, Buhranlı Günler ve Ümit Atlasımız (Kırık Testi-14), İstanbul: Nil Yayınları, 2015, s. 211–212.
ihtisas.txt · Son değiştirilme: 2024/10/25 11:14 Değiştiren: Editör