Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


muhit

Muhit

  • İhata eden, kuşatıcı.
  • “İşte o İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhit ve mükemmeldir ve öyle bir surette kâinatı kendiyle beraber tarif eder ki; onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki; o din, bu güzel kâinatı yapan Zâtın, o kâinatı kendiyle beraber tarif edecek bir beyannamesidir ve bir tarifesidir. Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münasip bir tarife yapar, kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife kaleme alır. Öyle de, din ve şeriat-i Muhammediyede (a.s.m.) öyle bir ihata, bir ulviyet, bir hakkaniyet görünüyor ki, kâinatı halk ve tedbir edenin kaleminden çıktığını gösterir. Ve o kâinatı güzelce tanzim eden kim ise, şu dini güzelce tanzim eden yine Odur. Evet, o nizam-ı ekmel, elbette bu nazm-ı ecmeli ister.”1)
  • “… cismâniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelîl, mukayyed, mahdud bir cüz’sün. O’nun ihsanıyla cüz’î bir cüzden, küllî bir küll-i nurânî hükmüne geçtin. Zira hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakiki külliyete.. ve İslâmiyet’i vermekle ulvî ve nuranî bir külliyete.. ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.”2)
  • “Acaba; maddeden mücerred ve muallâ, hem kaydın tahdidinden ve kesâfetin zulmetinden münezzeh ve müberrâ, hem şu umum envâr ve şu bütün nuraniyat O’nun Envâr-ı Kudsiye-i Esmâiye’sinin kesîf bir gölgesi ve zılâli, hem umum vücûd ve bütün hayat ve âlem-i ervâh ve âlem-i berzah ve âlem-i misâl nîm-şeffaf birer ayna-yı cemâli, hem sıfâtı muhîta ve şuûnatı külliye olan bir tek Zât-ı Akdes’in irâde-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhît ile zâhir olan tecelli-i sıfâtı ve cilve-i ef’âli içindeki teveccüh-i ehadiyetinden hangi şey saklanabilir? Hangi iş O’na ağır gelebilir? Hangi yer O’ndan gizlenebilir? Hangi ferd O’ndan uzak kalabilir? Hangi şahıs külliyet kesbetmeden O’na yanaşabilir? Hiç eşya O’ndan gizlenebilir mi? Hiçbir iş, bir işe mâni olur mu? Hiçbir yer, O’nun huzurundan hâlî kalır mı?”3)
  • “Cenâb-ı Hak öyle bir Kadîr-i Mutlak’tır ki; adem ve vücûd, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi, gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir. Hem adem-i mutlak zâten yoktur, çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i ilâhînin harici yok ki, bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise, adem-i haricîdir ve vücûd-u ilmîye perde olmuş bir unvandır. Hatta bu mevcudât-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik ‘a’yân-ı sâbite’ tâbir etmişler. Öyle ise fenâya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp, vücûd-u mânevîye ve ilmîye girmektir. Yani, hâlik ve fâni olanlar vücûd-u haricîyi bırakıp, mahiyetleri bir vücûd-u mânevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.”4)
  • “… kâinattaki masnûât, tohum gibidir. Âlem ve anâsır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı hâlleriyle ettikleri şehâdete göre, masnûât ile âlem-i anâsır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, (hep) bir Sâni-i Vâhid’in yed-i tasarrufundadır. Demek ednâ bir mahlûka yapılan tasarruf-u hakikî ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rubûbiyet, âlem ve anâsır kabza-yı tasarrufunda bulunan Zât’a mahsus olduğu gibi, herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanât ve nebâtâtı kabza-yı rubûbiyetinde tutup terbiye eden aynen o Zât’a mahsustur. İşte hâtem-i tevhid dediğimiz budur.”5)
  • “Küre-i hava diyor ki: Bu hadis, benden veya bana nezarete memur melekten haber veriyor. Çünkü insandaki bütün konuşmalar ve sair bütün hadsiz sesler, karışmaları içinde karıştırılmadan tam hurufatıyla ve söyleyenlerin şiveleriyle, mümtaz sesleriyle söylenmek gösterir ki: Küllî bir şuurla yapılan bu iş, yalnız tek bir zerrenin vazifesi.. ne bana –yani küre-i havaya– ve ne de bütün esbaba vermesi hiçbir cihet-i imkânı yok. Demek her yerde hâzır, nâzır ehadiyet cilvesiyle ve içinde ihatalı bir irade, muhit bir ilim bulunan bir kudret-i ezeliyenin cilvesidir. Buna milyonlar şahitlerinden birisi radyodur.”6)
  • Kur’ân, çok defa, kâinat ve hâdiseleri nazara verdiği aynı anda, görülüp hissedilebilen, okunup anlaşılacak olan cüz’iyyât dairesindeki bir şefkat, bir merhamet, bir nizam ve bir âhengi hatırlatarak, ihata edilmezler üzerine kavranılabilirlik merceğini koyup her şeyi doğru okumamızı sağlar ve bizi muhit olanın ihata edilmezliği karşısında hayrette bırakmaz.”7)
  • * “… kesret, üzerinde muhit bir ilim, kâhir bir kudret ve hâkim bir iradenin mührü, sikkesi, tuğrası bulunan bütün bir varlık ve hâdiseler mânâsına geldiği gibi, hak yolcusunun, kendi iman ve mârifet ufkuna göre tekvînî emirleri doğru okuyup doğru değerlendirerek, her biri O’nun cemal ve kemaline birer mücellâ ayna olan topyekün eşya ve onların kasda, iradeye bağlı hususî hâllerinin çehrelerinde Hazreti Mütecellî’nin okunduğu/okunacağı bütün bir kâinat kitabıdır.”8)
  • “Bir mübtedinin, aklından dolayı Mutezile’ye kayması nasıl tabiî ise, bir müntehinin de eşyanın hakikî yüzüne vâkıf olmasından dolayı cebr-i mutavassıt olması aynı ölçüde tabiî ve fıtrîdir. Ama cebr-i mutavassıt veya Mutezile’yi değil, İmam Mâturidî’nin orta yolunu esas almak gerekir. Evet, Allah kader planında geleceği belirlerken, o muhit ilmiyle her şeyi sizin beden ve ruh kalıbınıza göre biçip diker. Sizin iradenizle birlikte meşîet-i ilâhiye böylece taalluk eder. Âyân-ı sâbiteye hiçbir kimsenin ufku ulaşamaz. Oraya, yani o ilm-i ilâhîyi müşâhedeye, ancak Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm ulaşabilir.”9)

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s, 278.
2)
A.g.e. s. 385.
3)
A.g.e. s. 665–666.
4)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 61.
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 12.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 114.
7)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 538.
8)
A.g.e. s. 563–564.
9)
M. Fethullah Gülen, Sohbet-i Cânan (Kırık Testi-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 65.
muhit.txt · Son değiştirilme: 2024/08/14 17:51 Değiştiren: Editör