Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


muhal

Muhal

  • Varlığı mümkün olmayan, imkânsız.
  • “… inkılâb-ı hakâik, ittifâken muhâldir ve inkılâb-ı hakâik içinde muhâl-endermuhâl, bir zıd kendi zıddına inkılâbıdır ve bu inkılâb-ı ezdad içinde bilbedahe bin derece muhâl şudur ki: Zıd, kendi mâhiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. Meselâ: Nihayetsiz bir cemâl; hakikî cemâl iken, hakikî çirkinlik olsun. İşte şu misâlimizde meşhûd ve kat’iyyü’l-vücûd olan bir cemâl-i rubûbiyet; cemâl-i rubûbiyet mâhiyetinde daim iken, ayn-ı çirkinlik olsun. İşte dünyada muhâl ve bâtıl misâllerin en acîbidir.”1)
  • “Acaba hulfü’l-va’d hakkında muhal olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana va’d etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu va’dinde itham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun?”2)
  • Hakâik-i imaniyenin her birisinin aksini aklen muhâl telâkki ediyorum, ehl-i dalâleti nihâyetsiz ebleh ve dîvane görüyorum.”3)
  • “… bedihî bir muhâli vaki farzetmek … bir hezeyandır.”4)
  • “… kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır. Adem-i kabul bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve cahilâne bir hükümsüzlüktür. Bu surette çok muhâl şeyler, onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz. Amma inkâr ise; o adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur. O hâlde senin gibi bir şeytan onun aklını elinden alır, sonra inkârı ona yutturur. Hem ey şeytan! Bâtılı hak ve muhâli mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve inat ve mağlata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle çok muhâlâtı intâc eden küfür ve inkârı, o bedbaht insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun!”5)
  • “Suâl: Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücûb-u vücûduna kat’î şehadetleri göz önünde olduğu halde, bazı insanların maddeyle, maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhip olmakla dalâlete düştüklerinin esbâbı nedendir?
  • Cevap: Kasıt ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhâl ve bâtıla, mümkün nazarıyla bakılabilir. Meselâ, bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasıt ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât, derhal ‘Hilâli gördüm.’ der, ‘İşte bu gördüğüm aydır!’ diye hükmeder.
  • İşte, sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mahiyete mâlik olan insan, kastı ve dikkatiyle daima hak ve hakikati ararken, bazen sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bakar. O bâtıl da; ihtiyarsız, talepsiz, dâvetsiz fikrine gelir. Fikri de çar-nâçâr alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve maddeyle hareketinin ezeliyete zıt olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu garip nakışları ve acîb sanat eserlerini esbab-ı camideye isnad etmek mecburiyetiyle o dalâletlere düşmüşlerdir.”6)
  • “Mükerrem olan insan, insaniyetin cevheri itibarıyla daima hakkı satın almak istiyor ve daima hakikati arıyor ve daima maksadı saadettir. Fakat bâtıl ve dalâl ise, hakkı arıyorken haberi olmadan eline düşer. Hakikatin madenini kazarken, ihtiyarsız, bâtıl onun başına düşer. Veyahut hakikati bulmaktan muztar veya tahsil-i haktan hâib oldukça, asıl fıtratı ve vicdanı ve fikri, muhâl ve gayr-i mâkul bildiği bir emri, nazar-ı sathî ve tebeî ile kabulüne mecbur oluyor.”7)
  • Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir.”8)
  • “… eski hâl muhal, ya yeni hâl, ya izmihlal.”9)
  • “… su gibi fizikî bir unsurun hem bir zatı hem de mahiyet ve aslı olduğu misillü, aklî ve metafizik varlıkların da hem birer zatları hem de mahiyetleri vardır. Ancak böyle bir meselede, vücudu mümkün olanla mutlak ve vacip bulunanın birbirine karıştırılmaması da fevkalâde önemlidir. Hemen bütün İslâm düşünürleri, vacip olan vücudu, kendine has bir mevcûd kabul etmiş, O’nun varlığını da mahiyete muhtaç olmaktan ve tabiî mürekkep bulunmaktan da müberra saymışlardır; zira başka bir şeye ihtiyaç, varlığı mümkün olan veya yaratılanların lâzımıdır. Varlığı kendinden olan ise bu türlü avarızdan münezzehtir. Aslında, Hazreti ‘Vacibü’l-Vücud’a ayrı bir mahiyet, ayrı bir vücud isnadı, ‘farz-ı muhal’ mülâhazasıyla bile caiz değildir; zira O, ne yalnız bir vücud ne mahiyet ne de ikisinden mürekkeptir.. evet, Vücud-u Vacib’de ne bunların ayrı ayrı mülâhazaları ne de hepsinin birden tasavvuru mümkündür.”10)
  • “… eşyanın kendilerinin kendilerine nisbeti bâtıl, kendileri olarak varlıklarını devam ettirmeleri muhal ve imkânsız, Hakk’a nisbetle ise haktırlar: Evet O’nun kayyûmiyetiyle burada kader takvimine bağlı muvakkaten, ötede de makdûr-u müebbet ile kaim ve dâimdirler.”11)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 77.
2)
A.g.e. s. 365.
3)
Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 33.
4)
A.g.e. s. 355.
5)
A.g.e. s. 357.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 90.
7)
Bediüzzaman Said Nursî, Muhâkemât, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 91.
8)
Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, İstanbul: Envar Neşriyat, 1993, s. 17.
9)
A.g.e. s. 17.
10)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 361.
11)
M. Fethullah Gülen, Kendi Dünyamıza Doğru (Ruhumuzun Heykelini Dikerken-2), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 195.
muhal.txt · Son değiştirilme: 2024/08/14 11:12 Değiştiren: Editör