Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


sidretul_munteha

Sidretü’l-Müntehâ

  • Kayan yıldıza yemin olsun ki arkadaşınız Muhammed yanılmadı, sapmadı, aldanmadı. O kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor. O, kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir. Onu kendisine pek güçlü ve kuvvetli, o üstün akıl ve kemal sahibi olan melek Cebrail öğretti. Melek kendi aslî suretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce ufukta idi. Sonra yaklaştı ve iyice sarktı. Öyle ki araları yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı. O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti. Gözlerinin gördüğünü kalbi yalan saymadı. Şimdi siz kalkmış da onun gördükleri hakkında şüphe edip kendisiyle münakaşa mı ediyorsunuz? Onun bir başka inişini Sidretü’l-Münteha’nın yanında görmüştü.” (Necm, 53/1–14).
  • Sidr, lügat itibarıyla Arabistan kirazı demektir. Ayrıca bu kelime, hayret ve göz kamaştırma mânâlarına da gelmektedir. ‘Sidretü’l-Müntehâ’ ise sınır, serhat ve imkân âleminin hududu gibi görülmektedir. Onu, fânîlerin ulaşabilecekleri en son nokta diye yorumlayanlar da olmuştur. Müfessirîn-i kiram değişik ehâdis ve âsârı değerlendirerek Sidretü’l-Müntehâ’yı, yedinci semânın üstünde, Arş’a yemînen mücavir, altından müttakilere vaadedilen Cennet ırmaklarının fışkırdığı bir şecere-i mübareke şeklinde resmederler. Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) onun ihata alanını anlatırken ‘Gölgesinde bir süvari yetmiş sene at koştursa, yine de o gölgeyi kat’edemez; onun yaprağı bir milletin bütününü kaplayabilir.’ buyururlar ki, bu ifade kesretten kinayedir. Daha büyük rakamlarla ifade ettiğinizde de mübalâğada bulunmuş sayılmazsınız. Zira Sidre, bütün hilkat âleminin âlem-i emir ufkunda bir serhaddi mesabesindedir. Orada imkân âlemi sona erer.. her yana ser çekmiş varlığın dalı, yaprağı, sürgünü gider oraya dayanır.. ruhânîlikte derinleşen rabbanîlerin, melekût-u eşyâya nüfuz edebilen müterakkî gönüllerin nazarları ancak oraya varabilir; nazar-kadem vahdetine ulaşmış kümmelîn gider oranın eşiğine takılır ve orada herkes hayretle soluklanmaya durur. Zira, daha ötesi gayb âlemleri alanına girer ki ona da Allah’tan başka kimse muttali değildir.
  • Kelimenin özündeki diğer mânâ itibarıyla Sidretü’l-Müntehâ, öyle bir hayret ve dehşet ufku, öyle bir kalak ve heyman zirvesidir ki, ‘Ne mekân vardır anda, ne arz u semâ.. ve akl u fikr etmez bu hâli fehm-i hâl’ (Süleyman Çelebi). İnsanlık, var olduğu günden itibaren ne mânâ kahramanları yetiştirmiştir ama, Hazreti Şeref-i Nev-i İnsan ve Ferîd-i Kevn ü Zaman olan Ruh-u Seyyidi’l-Enâm (aleyhi ekmelüttehâyâ)’dan başka kimse o ufka yükselememiş ve kimse o zirveye ulaşamamıştır. Hâlen ve zevken ulaşanlar ise, başları dönmüş ve bakışları bulanmış olarak hayret ve heyman içinde kalakalmışlardır. O idi ki ‘Gözü kaymadı, asla şaşmadı/şaşırmadı ve haddini aşmadı. Orada Rabbinin en büyük bürhanlarını müşahede etti.’ (Necm sûresi, 53/17-18) Bu makam Sidretü’l-Müntehâ idi ve Bediüzzaman’ın ifadesiyle bu ufuk, vücub-imkân arası kudsî ufuktu. Bu zirvenin ilk ve son seyyahı, yüzü suyu hürmetine kâinatların var edildiği Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet idi.. ve O’nun bu konuda selefi olmadığı gibi halefi de olmayacaktı. Konuyla alâkalı ne hoş söyler Süleyman Çelebi:
  • ‘Ermedi evvel gelen bu devlete,
  • Kimse nail olmadı bu rif’ate.’
  • Bizim için, ne onun ledünnî derinliklerini, ne görüp duyduklarını ne de zevk edip yaşadıklarını tasavvur etmek mümkün değildir. Biz, duyduklarımızı olduğu gibi korur ve asfiyânın yorumları içinde onları anlamaya çalışırız.
  • Bazı sofîlere göre, Sidretü’l-Müntehâ, Cenâb-ı Hakk’ın, ibâd-ı mükerremîninin zâhir, bâtın, ruh, nefis, akıl, vehim ve mahiyet-i nefsü’l-emriyelerine, sırasıyla, ism-i Zâhir, ism-i Bâtın, ism-i has, sıfat-ı Rab, ism-i Rahmân, ism-i Hak’la teveccüh ufku ve evsâf-ı sübhâniyesiyle bir tecellî zirvesidir ki, bütün müktesep beşerî bilgiler, mârifetler, ihsaslar, ihtisaslar ne kadar derin ve yüksek de olsa nihayet gider oraya dayanır ve daha ötesine de geçemez. O ufkun ötesine geçildiğinden söz etmeler tamamen konunun hâlî, misalî ve zevkî yanıyla alâkalıdır ve bizim idrak ufkumuzu aşan müteâl konulardandır.”1)
  • Kürsî kâinatlardan ne nisbette büyük gösterilmişse, Arş’ın da Kürsî’den o kadar geniş ve kuşatıcı olduğu ifade buyrulmuştur. Onun bu vüs’atini ortaya koyma sadedinde, arz, sema, Cennet, Cehennem, Sidretü’l-Müntehâ, Beytü’l-Mâmur gibi bütün ulvî âlemler Arş’ın ihatası altında gösterilmiştir.”2)
  • Kâbe, hepimizde ürperti hâsıl eden mehîb dağ ve tepeler arasında daha çok filizlenmiş bir nilüfere benzemesinin yanında, içinde varlığın esrârını taşıyan bir sır fanusu, Sidretü’l-Müntehâ’nın izdüşümü veya gökler ötesi âlemlerin usaresinden meydana gelmiş bir kristal gibidir. İnsan o sır fanusunun çevresinde şuuruyla döndüğü sürece, akıp dışarıya sızan dünya kadar gizli şeyler hissettiği gibi, zaman zaman da, Sidretü’l-Müntehâ’ya kilitli bu prizmadan gökler ötesi âlemleri de temâşâ eder.”3)
  • Kâbe yeryüzünde Sidre-i Müntehâ’nın izdüşümüdür. Bu itibarla kıyamete kadar bütün evler, evlerin içindeki sakinler ona teveccüh edeceklerdir. Öyleyse Ümmü’l-Büyût’un fethi, bütün evlerin fethi mânâsını taşır. Nasr sûresindeki “Allah’ın fethi ve yardımı geldiğinde, insanları Allah’ın dinine fevç fevç giriyor görürsün.’ âyetine değişik buudları ile, bu hakikate tercüman oluyor gözüyle bakılabilir ve öyle de değerlendirebilirsiniz.”4)
  • “… hangi ibadet vesilesiyle olursa olsun, esas yönelinmesi gereken, zaman ve mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hak’tır. Kâbe ise, Sidretü’l-Müntehâ hakikatinin yeryüzündeki bir iz düşümüdür ve hakikat-ı Ahmediye ile tev’em (ikiz) yaratılmışlardır.”5)
  • İnsan, Kelâmullah’a girmek istediğinde kalb, ruh ve hislerini Kur’ân’a girmeye hazır hâle getirmelidir. Bu da ancak, buraların, şeytan hâkimiyetinden kurtarılıp temizlenmesiyle mümkündür. Allah’ın, melekler arasından çekip aldığı ve dergâhından kovduğu, rahmetinden mahrum ettiği ve bir daha da semaya çıkmayı ona haram kıldığı şeytanı, insan da Kâbe’den daha kudsî ve Sidre’den daha yüce olan kalbinden tardedip kovmalıdır ki, Allah ahlâkı ile ahlâklanmış ve Kur’ân’ın içine girmeye hak kazanmış olsun.”6)
  • Hayali, hayır istikametinde kullanmak gerekir. Meselâ, namaz kılarken, dua ederken, Beytullah’ın etrafındaki halkaları temâşâ eder veya o halkalar içinde bulunurken, amûdî bir hatla, yerin altından ta Sidre-i Müntehâ’ya kadar namaz kılınıp dua edildiğini, tavaf yapılıp ruhânîlerle aynı çizgiye ulaşıldığını hayal ederiz.”7)
  • Kâbe, yeryüzünde Sidretü’l-Müntehâ’nın izdüşümüdür. Yani onun, asliyete göre zılliyet, külliyete göre cüz’iyet ölçüsünde bir uzantısıdır.”8)
  • “Cenâb-ı Hak, insanlık cemaatine, peygamberlikle insanın peygamberliği temsil keyfiyetine bakarken sanki, Sidretü’l-Müntehâ -semalar-Kâbe (avamca ifadesiyle bu gez-göz-arpacık) zâviyesinden bakar. Bu açıdan denebilir ki, nasıl Kur’ân bir mânâda yeryüzünün kıyamı veya kayyimidir; her şey zahiren onunla ayakta durmaktadır; öyle de, şayet yeryüzünde her şey ayakta ise, bu Kâbe’den dolayıdır. Belki bu yüzden Efendimiz, Kâbe’nin yıkılmasını kıyametin en önemli alâmetlerinden biri olarak görmektedir. Çünkü Kâbe’nin yıkılması, yeryüzünde dinin, imanın kalmadığı anlamına gelmektedir ki ondan sonra küre-i arzın ayakta kalmasının da bir mânâsı yoktur.”9)
  • Kur’ân-ı Hakîm, Habib-i Ekrem Aleyhi Efdalüssalâtü ve Ekmelüsselâmın Miracının mebdei olan, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya olan seyeranını zikrettikten sonraاِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ der. Ve şu kelâm ile, Sûre-i وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰى da işaret olunan müntehâ-yı Miraca remzeden اِنَّهُ daki zamir, ya Cenâb-ı Hakka râcidir veyahut Peygamberedir. Peygambere göre olsa, kanun-u belâgat ve münasebet-i siyâk-i kelâm şöyle ifade ediyor ki: Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî ve bir urûc-u küllî var ki; tâ Sidretü’l-Müntehâ’ya, tâ Kâb-ı kavseyn’e kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı rabbâniyeyi ve acâib-i sanat-ı ilâhiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük cüz’î seyahati hem küllî, hem mahşer-i acâib bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.”10)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 751–752.
2)
A.g.e. s. 745.
3)
M. Fethullah Gülen, Yeşeren Düşünceler (Çağ ve Nesil-6), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 75.
4)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-3, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 223.
5)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 38.
6)
M. Fethullah Gülen, Fatiha Üzerine Mülâhazalar, İstanbul: Nil Yayınları, 2010, s. 69.
7)
M. Fethullah Gülen, İnancın Gölgesinde-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 181.
8)
M. Fethullah Gülen, Prizma-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 142.
9)
M. Fethullah Gülen, Prizma-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 184–185.
10)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 610.
sidretul_munteha.txt · Son değiştirilme: 2024/08/13 13:00 Değiştiren: Editör