Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


latife

Latîfe

  • Melekler ve ruhanilere tekabül eden çok ince manevî duygular.
  • Latîfelerin sınırsız kapasitesi, ebedi hayata müteveccih olduklarına ve ancak o âlemde tam mânâsıyla mutmain olacaklarına işarettir. Fıtrî vazifelerini yapamayan latîfeler, doyumsuzluk ve huzursuzluğa sebep olur.3)
  • Ruhun bedendeki hâkimiyet noktalarından olan latîfelerden kalb, ruhun; ruh sırrın, sır hafînin; hafî ahfânın zarfı, diğerleri de mazrufu durumundadır. Bunlar sayesinde ruh bedenin müstahkem mevkilerini elinde bulundurarak, vücutta hüküm ve saltanatını sağlamaya çalışır.”4)
  • “Ey şikem-perver nefsim! Acaba her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu? Madem vermiyor; çünkü; ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise: Hâne-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayâtı ve latîfe-i rabbâniyemin havâ-yı nesimini cezb ve celbeden namaz dahi, seni usandırmamak gerektir.”5)
  • “… insanın letâifi içinde teşhis edemediğim bir-iki latîfe var ki, ihtiyar ve iradeyi dinlemezler; belki de mesuliyet altına da giremezler. Bazen o latîfeler hükmediyorlar, hakkı dinlemiyorlar, yanlış şeylere giriyorlar. O vakit şeytan o adama telkin eder ki: ‘Senin istidâdın hakka ve îmâna muvâfık değil ki, böyle ihtiyarsız bâtıl şeylere giriyorsun. Demek senin kaderin, seni şekâvete mahkûm etmiştir.’ O bîçâre adam, yeise düşüp, helâkete gider.”6)
  • “Sen kendi mâhiyetine bak ki: Senin latîfelerin içinde öyle bir latîfe var ki, ebedden ve Ebedî Zât’tan başkasına râzı olamaz. Ondan başkasına teveccüh edemiyor, mâsivâsına tenezzül etmez. Bütün dünyayı ona versen, o fıtrî ihtiyâcı tatmin edemez. O şey ise, senin duygularının ve latîfelerinin sultanıdır. Fâtır-ı Hakîm’in emrine mutî olan o sultanına itaat et, kurtul!”7)
  • “Hem senin mâhiyetine öyle mânevî cihâzât ve latîfeler vermiş ki; bazıları dünyayı yutsa tok olmaz. Bazıları bir zerreyi kendinde yerleştiremiyor. Baş, bir batman taşı kaldırdığı hâlde; göz, bir saçı kaldıramadığı gibi; o latîfe, bir saç kadar bir sıkleti, yani gaflet ve dalâletten gelen küçük bir hâlete dayanamıyor. Hattâ bazen söner ve ölür. Madem öyledir; hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma!”8)
  • “… madem insanda bazı letâif var ki, teklif altına giremez; o latîfe, hâkim olduğu vakit tekâlif-i şer’iyeye muhalefetiyle mesul tutulmaz.. ve madem insanda bazı letâif var ki, teklif altına girmediği gibi, ihtiyâr altına da girmez, hatta aklın tedbiri altına da girmez; o latîfe, kalbi ve aklı dinlemez. Elbette o latîfe, bir insanda hâkim olduğu zaman –fakat o zamana mahsus olarak–o zât, şeriata muhalefette velâyet derecesinden sukut etmez, mazur sayılır. Fakat bir şartla ki, hakâik-i şeriata ve kavâid-i imaniyeye karşı bir inkâr, bir tezyif, bir istihfaf olmasın. Ahkâmı yapmasa da, ahkâmı hak bilmek gerektir. Yoksa o hale mağlup olup –neûzu billâh– o hakâik-i muhkemeye karşı inkâr ve tekzîbi işmam edecek bir vaziyet, alâmet-i sukuttur!”
  • “Velilerin himmetleri, imdatları, mânevî fiilleriyle feyiz vermeleri hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdi, Muğîs, Muîn ancak Allah’tır. Fakat insanda öyle bir latîfe, öyle bir hâlet vardır ki o latîfe lisanıyla her ne suâl edilirse, –velev ki fâsık da olsun– Cenâb-ı Hak o latîfeye hürmeten o matlubu yerine getirir. O latîfe pek uzaktan bana göründü ise de teşhis edemedim.”9)
  • Letâif-i aşere, İmam Rabbânî kalb, ruh, sır, hafî, ahfâ, insanda anâsır-ı erbaanın her bir unsurdan o unsura münasip bir latîfe-i insaniye tâbir ederek, seyr-i sülûkta her mertebede bir latîfenin terakkiyatı ve ahvâlinden icmâlen bahsetmiştir.
  • Ben kendimce görüyorum ki insanın mahiyet-i câmiasında ve istidad-ı hayatiyesinde çok letâif var; onlardan on tanesi iştihar etmiş. Hatta hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî dahi, o letâif-i aşerenin pencereleri veyahut numuneleri olan havâss-ı hamse-i zâhirî, havâss-ı hamse-i bâtına diye, o letâif-i aşereyi başka bir surette hikmetlerine esas tutmuşlar.
  • Hatta avâm ve havas beyninde teâruf etmiş olan insanın letâif-i aşeresi, ehl-i tarikin letâif-i aşeresiyle münasebettardır. Mesela vicdan, âsab, his, akıl, hevâ, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye gibi letâifi, kalb, ruh ve sırra ilâve edilse letâif-i aşereyi başka bir surette gösterir. Daha bu letâiften başka sâika, şâika ve hiss-i kablelvuku gibi çok letâif var.”11)
  • “Kendi dışındaki nesneleri duyma ve sezme hâli diyeceğimiz his, hiss-i zâhir ve hiss-i bâtın olmak üzere ikiye ayrılır:
  • 1. Kuvve-i bâsıra (görme duyusu), kuvve-i lâmise (dokunma duyusu), kuvve-i sâmia (işitme duyusu), kuvve-i şâmme (koklama duyusu), kuvve-i zâika (tatma duyusu) gibi zâhirî kuvvelerin yanında, hayaliye, iradiye, musavvire, mutasarrife, müdrike, müfekkire, vâhime, zâkire… gibi bir kısım bâtınî latîfeler de vardır ki, bunların hemen hepsi vicdanın diğer rükünleriyle koordinasyon içindedirler ve her latîfe kendini alâkadar eden hususlara kendi boyasını çalar, –hayatiyetini devam ettiriyorsa– onları kendi ufkuna yönlendirir ve yaratılış gayelerine göre bir hedefe bağlar.”12)
  • “Anlama, idrak etme, us mânâlarına gelen akıl; ıstılah olarak, zâhirî hâsselerle idrak edilemeyen şeyleri kavrayıp değerlendirebilen ilâhî bir nurdur. Akla, maddeden mücerret, ama faaliyetlerinde madde ile müşterek ve bitişik hareket eden bir cevher ve ‘ben’ ile işaretlenen ‘nefs-i nâtıka’ diyenler de olmuştur. Ayrıca onun, insan bedeninde ruha bağlı bir latîfe ve nefs-i nâtıkanın önemli bir buudu olduğunu iddia edenlerin yanında, ona, insan derununda, belli ölçüde de olsa, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden ayıran ilâhî bir cevher nazarıyla bakanların sayısı da az değildir.”13)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
Bkz. Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 343.
2)
Bkz. Marcia K. Hermansen, “Shāh Walī Allāh's Theory of the Subtle Spiritual Centers (Laṭāʾif): A Sufi Model of Personhood and Self-Transformation.” Journal of Near Eastern Studies, Vol. 47, No. 1, (Jan., 1988), s. 1–25.
3)
Bkz. Kerim Balcı, “Agents of Human Spirituality: Dominical Subtle Faculties of Man according to Said Nursi,” God, Man, and Mortality: The Perspective of Bediüzzaman Said Nursi, Ed. Hasan Hörgüç, New Jersey: Tughra Books, 2014, s. 171–172.
4)
Ahmed b. Abdülahad el-Fârûkî es-Serhendî İmam-ı Rabbânî, El-Mektûbât, I-III, Demir Kitabevi, İstanbul 1963, I, 246, (Mektup: 260).
5)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 286.
6)
Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 95.
7)
A.g.e. s. 142.
8)
A.g.e. s. 169–170.
9)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 222–223.
10)
Bediüzzaman Said Nursî, Asar-ı Bediyye, İstanbul: Envar Neşriyat, 2019, s. 41.
11)
Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 332.
12)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 630–631.
13)
A.g.e. s. 633.
14)
M. Fethullah Gülen, Bir İ’câz Hecelemesi, İstanbul: Nil Yayınları, 2014, s. 163.
latife.txt · Son değiştirilme: 2024/08/06 13:32 Değiştiren: Editör