Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


vasil

Vâsıl

  • Vâsıl, mârifet zirvesinin en son basamağı itibarıyla Allah’ı bilen ve bilgisinin derinliği ölçüsünde O’nun emir ve yasakları mevzuunda her zaman titiz davranan; iç dünyası açısından, diğer bir ifadeyle, kalb ve ruh ufkunun en son tarassut mahallinden ilâhî tecellîler matlaına hâlen, zevken ve keşfen ulaşan gönül eri demektir ki; Türkçede biz ona ‘eren’ ve bu çerçevede Hak’la münasebete geçmiş değişik seviyedeki ‘vâsılûn’a da ‘erenler’ deriz.
  • İster ‘vâsıl’ ister ‘eren’ diyelim, anlatılmak istenen, hususî gayretleri hususî bir himmetle, hususî cehd ve teveccühleri de hususî bir vilâyetle taçlandırılarak tasavvurlar üstü kurbetle şereflendirilmiş hakikat eri demektir ki, böyle biri, kendi adına ilâhî cezbe ile müncezip, iradesi itibarıyla Hakk’a vuslata programlanmış bir muhlis ve el alanları da yanıltmayan tam bir rehber sayılır. Tokâdîzâde Şekip merhum:
  • Yıldızım düşkündü, tali’im küskün,
  • Muzlimdi eyyâm-ı hayatım bütün;
  • Erenler elimden tuttular bir gün,
  • Şanlı demler sürdüm, devranlar gördüm.
  • diyerek, vâsılûna ait bu önemli hususu vurgular.
  • Vâsıllar, hem yol süresince hem de vuslat ufkuna ulaştıklarında hemen her zaman kemal-i hassasiyetle Allah’ın emir ve yasakları üzerinde fevkalâde bir titizlikle durur ve ibadet ü taatlerini de hep O’nun büyüklüğüne bağlı götürmeye çalışırlar. Dahası, ne kadar içten ve hâlisâne de davransalar, yine de ‘hukukullah’a tam riayet edememiş olma endişesiyle tir tir titrerler. Bu itibarla da onlar, her zaman gayretlerine denk bir duyarlılık içindedirler ve Hakk’a karşı sorumluluklarını, aşkın bir derinlikle yerine getirme peşindedirler. Böylesine samimî ve içten bir himmete ve böylesine ciddî ve mütemâdî bir gayrete her zaman Hak’tan ekstra lütuflar söz konusudur ki,فَإذَا أَحْبَبْتُهُ كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذي يَسْمَعُ بِه وَبَصَرَهُ الَّذي يُبْصِرُ بِه fehvâsınca, Cenâb-ı Feyyâz, onlara duyurulacak şeyleri duyurarak ve görülecek şeyleri de göstererek, onları sürekli mahbûbiyet makamı etrafında dolaştırır ve sonunda götürür, marziyyâtını duyuracağı ufuklara ulaştırır.
  • Bütün vâsılûn belli hususlarda müşterek görünseler de, mazhariyetlerinin tür ve vüs’ati açısından aralarında ciddî farklılıkların bulunduğu da bir gerçektir.
  • Bunlardan bir kısmı, hemen her zaman vecd içinde vahdet deryasında müstağrak bulunduklarından, akıl, mantık ve muhakemeleri de sürekli ilâhî tecellîlerin vesâyetindedir ve ömürlerini hep hedefe kilitli sürdürürler. İlâhî sıyanetle ondan inhirafları da söz konusu değildir; söz konusu değildir, zira benlikleri ‘sübühât-ı vech’ şuâlarıyla bütün bütün yanıp kül olduğundan, ondan başka bir şey göremez, duyamaz, hissedemez ve âdeta sürekli mest ü mahmur yaşarlar. Hem öyle bir yaşarlar ki, artık bir daha da ‘sahv’ sahillerine ve cismanî akıl rıhtımlarına uğramayı hiç mi hiç düşünmezler; kim bilir belki de, isteseler de düşünemezler? Ancak, bazı mizaç ve meşrepler için bu mertebede bir kısım iltibaslar da vârid olagelmiştir ama, bu çok da yaygın değildir. Evet, bu mertebede bazıları, incizabın şiddetinden âdeta bir cinnet yaşıyor gibi, medâr-ı teklif olan akıllarını kaybedebilir; dolayısıyla da şer’î esaslara mugâyir hâl, tavır ve sözlerde bulunabilirler. Cibâli Baba gibi zatların avamca şatahatını ve bu sahanın devâsâ kametleri sayılan Bâyezid-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdadî ve Hallac-ı Mansur gibi zevâtın لَيْسَ في جُبَّتي سِوَى اللهِ ,3سُبْحَانى مَا أَعْظَمَ شَأْني ve أَنَا الْحَقُّ türünden ifadelerini ve kitaplara geçmiş bu kabîl beyanlarını böyle bir incizap şiddetine veya sekre bağlamak mümkündür.
  • Vâsıl, cismanî vuslatlardaki humûdet ve durgunluğun aksine; her zaman bir hareket, temâşâ, teveddüd ve teârüfe programlanmış gibi hep aktiftir. Dolayısıyla da, cismanî aşkların vuslatla ölmesine karşılık, vâsılın kalbî ve ruhî hayatının sonsuzla olan münasebetinde bir süreklilik söz konusudur. Bu öyle farklı bir vuslattır ki, hazzı da, zevk-i ruhanîsi de derinleşerek devam eder ve eren, her an yeni bir vuslata eriyor gibi hep taze taze ‘şeb-i arûslar’ yaşar.”1)
  • “Cenâb-ı Hakka vâsıl olacak tarikler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat tarikatlerin bazısı, bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O tarikler içinde, kasır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim “acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür” tarikidir. Evet, acz dahi, aşk gibi, belki daha eslem bir tariktir ki, ubûdiyet tarikiyle mahbubiyete kadar gider. Fakr dahi Rahmân ismine isal eder. Hem şefkat dahi, aşk gibi, belki daha keskin ve daha geniş bir tariktir ki, Rahîm ismine isal eder. Hem tefekkür dahi, aşk gibi, belki daha zengin, daha parlak, daha geniş bir tariktir ki, Hakîm ismine isal eder.”2)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 483–485.
2)
Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 518.
vasil.txt · Son değiştirilme: 2024/03/19 10:55 Değiştiren: Editör