Kullanıcı Aletleri

Site Aletleri


kabe

Kâbe

  • Kâbe; mü’minlerin kalbinin müşterek attığı bir mihrap ve ‘insanlar için vazedilen ilk ev…’ takdir ve tebcîliyle yüceltilmiş ilk ma’beddir. Temeli, yeryüzünde henüz, harcın, taşın, tuğlanın bilinmediği bir dönemde, gökler ötesi âlemlerde plânlandı ve durulardan duru bir Nebî’nin eliyle gerçekleştirildi. Oturduğu zeminin o işe tahsisi, Âdem nebînin yeryüzüne teşrifinden yıllar ve yıllar önce kararlaştırılmıştı. Öyle ki, bir gün melekler Hazret-i Âdem’le karşılaştıklarında ‘Sen, var edilmeden evvel bizler defaatle Kâbe’yi tavaf ettik’ diyeceklerdir. Tufandan sonra ‘Hatırla o zamanı ki, İbrâhim ve İsmâil (aleyhisselâm) Kâbe’nin temellerini yükseltti ve şöyle dediler: Ey Rabbimiz, bizden bu hayırlı işi kabul buyur!’ ilâhî beyanıyla, peygamberler babası Hazreti İbrâhim ve onun oğlu İsmâil (aleyhisselâm) dümdüz olmuş Kâbe arsası üzerinde onu yeniden inşa ettiler.
  • Arzın merkezinden ‘Sidret-ül-Müntehâ’ya kadar ins, cin ve meleğin her zaman çevresinde dönüp durduğu bir amûd-i nûrâninin ‘nurdan sütun’ yeryüzünde mücessem bir kesiti sayılan Kâbe, her lahza görünür-görünmez milyarlarca temiz ruhun, harîmine can atıp vuslat aradığı, öyle eşi-menendi olmayan bir binadır ki, kıymeti semâlara eşittir dense sezâdır.. zaten o gökte ve yerde Allah’ın evi mânâsına ‘Beytullah’ olarak yâd edilmektedir.”1)
  • Kâbe yolları oldukça uzun, mesafeler de insafsızdır. Tasavvuf yolunun seyr u sülûku, tasfiyenin çilesi, Cennet çevresinin tepeleri, Cehennem civarının çukurları gibi, bu mübarek seferin de bir kısım sıkıntıları vardır; ama bunlar, ruhî gerilimin daha da artması ve iç hazırlığın tamamlanması için şarttır. Bu uzun yolculukta herkes derecesine göre kendini hazırlar.. dolabildiğince dolar.. gerilir ve büyük bir birikimle gider oraya ulaşır.
  • Bu mübarek yolculuk, eski zamanlarda, atlarla, develerle yapılırdı. O devirde hacılar, Kâbe’ye varıncaya kadar yüzlerce makam, yüzlerce merkade uğrar.. Enbiyâyı izâmın yaşadığı yerleri ziyaret eder; hayalen onlarla buluşur-görüşür.. evliyâ ve asfiyânın meclislerine koşar, onların aydınlık ikliminden ışık alır ve bu masmavi, mânâ dolu yollarda yüzüyor gibi yolculuk yapar.. bir güzellik, bir şiir, bir romantizm banyosu almışçasına ruhunun gücüyle silahlanır, mânâ âlemlerinden gelecek vâridâtı duymaya hazır hâle gelir ve sonra da gidip Hak kapısının tokmağına dokunurlardı…
  • Evet, bütün bir yol boyu görüp duydukları şeylerden, kalplerinde, ruhlarında hasıl olan en derin seziş ve duyuş kabiliyetleriyle gidip Kâbe’ye ulaştıklarında, onu, başı gökler ötesi âlemlere uzanmış; oradan ziyaretçilerine bakıyor ve için için bir iştiyakla onları bekliyor bulur ve şiddetli bir vuslat arzusuyla kendilerini onun kucağına atarlardı. Evet, onun vakarlı bir yüze benzeyen cephesini ve bu nurlu çehrenin çevresinde mermerlere akseden gölgesini.. göklere doğru uzayıp giden mânâsını, etrafa ışık yağdıran atmosferini gören her gönül, kendince bir şeyler duymaya, bu derin simanın arkasındaki mânâları sezmeye ve bu mübarek yolculuğa sebep teşkil eden gayedeki hazzı, en derin bir ibadet neşvesi içinde tanımaya başlar ve zevklerin en erişilmezine erer…
  • Kâbe; bulunduğu noktaya o kadar uygundur ki, ona dikkatlice bakan herkes, bulunduğu yerle, onun ruh ve mânâsı arasındaki sımsıkı râbıtayı hemen sezebilir. Sanki o, hariçten getirilmiş rastgele malzeme ile değil de yerden fışkırıp çıkmış veya gökte melekler tarafından inşa edilip bilahare yeryüzüne indirilmiş gibidir. O, yanı başındaki, yanmış kavrulmuş, büyük-küçük, dağ-tepe ve taş yığınları arasında, bir zikir halkasındaki serzâkire benzer. Çevresindeki her şey onun iniltileriyle inler, onunla yukarılara el kaldırır ve sonra da sessiz onu dinlemeye koyulur.
  • Kâbe; dost mahremiyetine açık bir haremlik, çevresi ise ağyâra da açık bir selâmlık, Safâ-Merve hakikat semasını temaşa için hazırlanmış birer kameriye, Makam-ı İbrâhim ötelere yükselten nurlu bir merdiven, Zemzem kuyusu da bu aşk meclisinde bir sâkî gibidir. Bunların bütünü aşk yolcusunu birden selâmlayınca, insan âdeta uhrevîleşir, ruhuna açılan pencerelerle ‘melekût âlemini’ temâşâya başlar ve bütün bütün insan muhayyilesi, öyle geniş ufuklara yelken açar ki, bir adım daha atsa kendini ötelerin hülyalı mavilikleri içine girecekmiş gibi sanır…
  • Kâbe, yeryüzü binalarındandır ve gerekli materyal de kendi çevresinden tedarik edilerek inşa edilmiştir ama sanki O, amâ’nın bağrında kök salıp gelişmiş ve bütün varlığın, esrarını ruhunda taşıyan bir nilüfer gibidir; hem arzla hem de semasıyla doğrudan doğruya olmasa bile dolaylı bir alâkasının var olduğu sezilir. O, geçmiş bütün devirlerden değişik çizgilerle en asil, en soylu, en eski bir tarihî pırlanta ve aynı zamanda değerini kat kat arttırarak hep yeni kalabilmiş atik ve antik bir binadır; Hazret-i Âdem, sulbünden gelen bütün nesillerin ruh, karakter ve mizaçlarında en önemli bir kaynak olduğu gibi, Kâbe de yeryüzünde bina ve inşaat vak’asının ruh, mânâ ve muhtevasını taşıyan sırlı bir evdir.
  • O’nun harîminde her zaman, Cennetlerden esip gelen ve hakikate açık gönüllere dolan bayıltıcı, Firdevsî kokular duyulur. Her an dünyanın dört bir yanından koşup O’na gelenler, O’nu gördükleri andan itibaren kendilerinden geçer ve bu umumî mihrâbın etrafında, ışığın çevresinde raks eden kelebekler gibi pervaz eder durur ve bütün ışıkların hakiki kaynağıyla daha yakından temas yollarını araştırırlar. Kendinden geçmiş gönül erlerinin tavafı, zâhiren Kâbe’nin çevresinde olmaktadır; hakikatte ise, bu deveran kalbe dayalı nurdan bir helezon içinde mekânsızlıkta cereyan etmektedir.
  • O’nun iklimine ulaşan ve O’nunla buluşan âşık ruhlar, zaten özlerinde mevcut olan o yüksek düşünce ve tasavvurlarda daha da derinleşerek onun büyüsünü daha da bir başka duymaya başlarlar.
  • Böylelerinin nazarında Kâbe, Hak katındaki yeri, insanlar nazarındaki mânâsı, ruhu, özü ve değerleriyle onlara şiir söyleyen, nasihat eden, ders veren bir üstat halini alır ve onların ruhlarına sürekli bir şeyler fısıldar.
  • Kâbe çevresinde, her vazife ve mükellefiyetin kendine göre bir büyüsü vardır. Ve imanlı sinelerin, büyünün tesirinde kalmamaları da düşünülemez. Her lahza onun çevresinde dönen, zaman zaman büyüyen ve büyüdükçe bir sel hâlini alıp o mübarek mekânın her yanını dolduran tavaftaki ruhlar; o çağlayan içinde duydukları heyecan ve cezbe ile kendilerini bütün bütün unutur, ledünnî ve ruhânî bir başka âleme uyanırlar. Orada, her söz, her dua ve her yakarışta kendi aşk ve iştiyaklarının dile getirildiğini hisseder, kalblerdeki en mahrem duyguların, duyulmadık en mahrem kelimelerle seslendirildiğine şahit olur ve bütün ömür boyu, buradaki ses, ışık ve mûsikîyle bütünleşen hislerle, en erişilmez hazları, en ölümsüz hatıralar içinde elde etmiş olurlar.”2)
  • “… mârifet-i ilâhînin pürüzsüz, mücellâ ve yalan söylemeyen sâdık bir lisanı olması itibarıyladır ki, insanî mülkün melekûtu sayılan kalb, Kâbe’den daha eşref görülmüş ve Zât-ı Hak adına bütün kâinatların ifade edebileceği yüce gerçeği beyanda biricik hatip kabul edilmiştir.”3)
  • Latîfe-i rabbâniye, gözde gözbebeği, beyinde görme merkezi, hânede kabul salonu, çekirdekte öz, lambada fitil ve Arzda Kâbe mahiyetindedir.”5)
  • Kâbe, yeryüzünde Sidretü’l-Müntehâ’nın izdüşümüdür. Yani onun, asliyete göre zılliyet, külliyete göre cüz’iyet ölçüsünde bir uzantısıdır.”6)
  • “… hangi ibadet vesilesiyle olursa olsun, esas yönelinmesi gereken, zaman ve mekândan münezzeh olan Cenâb-ı Hak’tır. Kâbe ise, Sidretü’l-Müntehâ hakikatinin yeryüzündeki bir iz düşümüdür ve hakikat-ı Ahmediye ile tev’em (ikiz) yaratılmışlardır.”7)
  • “Anne kendi dünyasında bir kutup varlıktır. Kâbe topyekün kâinat hakikatinin, Mekke umum beldelerin, dimağ bütün bir bünyenin ruhu, mânâsı, özü ve atlası olduğu gibi, anne de aile cüz-i ferdinin temeli, direği, esası ve Yaratıcı Kudret’in de en önemli bir malzemesidir.”8)
  • “Arkadaş! Vaktin evvelinde ve Kâbe’yi hayalen nazara almakla namaz kılmak menduptur ki birbirine giren daireler gibi Beyt’in etrafında teşekkül eden safları görmekle, yakın saflar Beyt’i ihata ettikleri gibi, en uzak safların da âlem-i İslâm’ı ihata etmiş olduğunu hayal ile görsün. Ve o saflara girmekle, o cemaat-ı uzmâya dahil olsun ki o cemaatın icma ve tevatürü, onun namazda söylediği her dâvâya ve her bir sözüne bir hüccet ve bir burhan olsun.”9)

Ayrıca Bakınız

Dipnotlar

1)
M. Fethullah Gülen, Zamanın Altın Dilimi (Çağ ve Nesil-4), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 190–191.
2)
A.g.e. s. 191–194.
3)
M. Fethullah Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, İstanbul: Nil Yayınları, 2008, s. 73.
4)
A.g.e. 543.
5)
A.g.e. 622.
6)
M. Fethullah Gülen, Prizma-2, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 142.
7)
M. Fethullah Gülen, Fasıldan Fasıla-4, İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 38.
8)
M. Fethullah Gülen, Yeşeren Düşünceler (Çağ ve Nesil-6), İstanbul: Nil Yayınları, 2011, s. 23.
9)
Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2007, s. 67.
kabe.txt · Son değiştirilme: 2024/08/06 13:30 Değiştiren: Editör