“…
i’lâ-i kelimetullah vazifesini yerine getirirken
insanın muhlis olması gerekir ki kazanma kuşağında kayıplar yaşamasın. Muhlis,
ihlası temsil eden kişi demektir. Fakat
insan bu konuda ihlas
şuuruna öyle bir kilitlenmelidir ki, ihlasa ermeyi bile az görerek ‘muhlasîn’den olma peşinde koşmalıdır. Muhlas,
Allah tarafından safvete ulaştırılma ve böylece mahz-ı ihlas kesilme, ihlaslaşma, tamamen durulma, berraklaşma demektir. Bu, başta Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) olmak üzere, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa, Hazreti İdris (aleyhimüsselâm) gibi mustafeyne’l-ahyara mahsus bir mazhariyettir. (Bkz.: Sâd sûresi, 38/47). Fakat asliyet planında olmasa bile zılliyet planında bu hedefe ulaşmak için peygamberlerin dışındaki mü’minler de gözlerini bu yüce ufka dikmeli, sürekli murad-ı ilâhîyi takip etmeli, bütün ibadetlerini sadece emredildiği için yapmalı, ubûdiyetlerini/kulluklarını dünyevî hiçbir gayeye bağlamamalı, hatta
rıdvan dışında uhrevî beklentilerden sıyrılmalı, neticeyi de Cenâb-ı Hakk’a bırakmalıdırlar.”
2)