Eğer
telvin -bazı kimselerin de ifade ettiği gibi- her zaman değişip durmak suretiyle farklı görüntüler sergilemek ise,
telvin sahibi henüz hedeflediği ufka ulaşamamış,
itminana erememiş, oturaklaşamamış ‘ibnü’s-sebil’ ve ‘ibnü’z-zaman’ diyebileceğimiz bir mübtedîdir. Aksine, şayet sahib-i
telvin; ibtidâyı yaşarken intihâyı duyabiliyor ve değişip durmaları, konup kalkmaları لَبثْنَا يَوْمًا أَوْ بَعْضَ يَوْمٍ ‘Bir gün ya da onun bir bölümünde (orada) kaldık..’ (Kehf, 18/19) (yani o kadarcık bir ‘müstevda’ yaşadık) sâbitesince görüp değerlendirebiliyorsa, o, niyet,
irade ve
azmiyle makamdan makama, dereceden dereceye uçacak ve geçtiği noktaların üstünde sürekli hedefin gölgesini gördüğü, hatta O’nu duyduğu; ruh ve duygularıyla hep O’nunla olduğu için, yol aldığının, yollarda oturup kalktığının ve merdiven çıktığının farkına bile varamayacak;
hâle ait tebeddül ve tegayyürün hâsıl ettiği boşlukları, her zaman niyet ve nazar ufkuyla doldurup, hususiyle de hedefin câzibe ve ihtişamıyla meşbû, meşgul, hatta mahmur bulunduğu anlarda hep elvan ü eşkalden, zevken müberrâ kalacaktır. Bir de, yol boyu sergilediği yüksek performansa yer yer hedef televvünlü avanslar alabiliyorsa, artık onun ‘müstevda’ı aynen ‘müstekar’ demektir.. evet, böyle bir seviye insanının televvünü, ‘ma yeûlü ileyh’ itibarıyla her zaman temkin sayılabilir. Bu itibarla da, bu seviyedeki hakikat yolcularının,
telvinde hep temkin solukladıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira bu mânâdaki
telvin, bir ilâhî şe’n ve sıfattır. Eğer o bir ilâhî şe’n ve sıfatsa; zaten onda eksik ve kusur tasavvur edilemez; edilemez, çünkü Cenâb-ı Hakk Zât’ıyla olduğu gibi, sıfât ve şe’nleriyle de kusursuzdur ki كُلَّ يَوْمٍ هُوَ فِي شَأْنٍ ‘O her gün (bî kem u keyf) ayrı bir şe’n ve hâldedir.’ (Rahman, 55/29) âyeti de bu gerçeği ihtar etse gerek.