“… kendimize bir yönüyle zayi olmuş nesiller nazarıyla bakabiliriz. Zira kendi çağımızın
idrak ufkuna göre yetiştirilmediğimizden, geleceğin emanetçileri olma vasfını kazanamadık, dümende olamadık. Dolayısıyla da bize hep kürek çektirdiler. Sosyolojik olarak meseleye bakıldığında, siz, devletler
muvazenesinde ya dümende olursunuz ya da kürek mahkûmu olarak yaşarsınız. Ortası yoktur bu meselenin. Evet, hâkim değilseniz, mahkûm olarak hayatınızı sürdürmek zorunda kalırsınız. Farklı bir ifadeyle söyleyecek olursak, siz ya yeryüzünde
muvazene unsuru olursunuz ya da başkalarının çizdiği sınırlar içinde hayatınızı sürdürürsünüz.
Muvazeneyi belirleyen siz olursanız, belirleyici olursunuz; aksi hâlde ise ‘belirlenen’ damgasını yersiniz. Belirlenmek ise esaret demektir; yani boynu tasmalı, ayağı prangalı bir köle durumuna düşmek demektir. Esasında bu hâlin, Afrika’da derdest edilip Batı’ya götürülen kölelerin hâlinden bir farkı yoktur. Maalesef birkaç asırdan beri biz Müslümanların hâli işte budur.”
18)