“Madem
kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor; elbette, kâinatın renkleri, zînetleri, ışıkları, ziyâları, sanatları, hayatları, râbıtaları hükmünde olan
hikmet, inâyet, rahmet,
cemâl, nizam, mizan, zînet gibi meşhud
hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem bu sıfatların, fiillerin inkârı mümkün değildir; elbette, o sıfatların mevsufu ve o fiillerin fâili ve o ziyâların güneşi olan Zât-ı Vâcibü’l-vücûd, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârı kabil olmaz. Ve elbette, o sıfatların ve o fiillerin medar -ı zuhurları, belki medar-ı kemâlleri, belki medar-ı tahakkukları olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve
tılsım-ı
kâinatın keşşâfı ve ayna-yı samedânî ve habib-i rahmânî olan Muhammed (aleyhissalâtü vesselâm)’ın risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i
hakikatin ve
hakikat-i
kâinatın ziyâları gibi, bunun risaleti dahi
kâinatın en parlak bir ziyâsıdır.”
3)