“Oturulacak özel yer, taht, kaide mânâlarına gelen ve
Arş-ı Âzam’ın altında ‘mevzi-i kademeyn’ konumunda, kâinatı
muhit bir âlem-i mânevînin unvanı bulunan
Kürsî, müfessirîn-i kirâma göre, Cenâb-ı Hakk’ın hükümlerinin tecellî ve icra alanı olup
Arş’ın bir alt tabakası kabul edilmiştir. Arz u semadaki her nesne ve herkes, ecrâm-ı ulviye ve onların kendilerine lâyık sekenesi
Kürsî’nin ihata dairesi içindedir. Bu itibarla
insan, varlık ve bütün âlemler bu
Kürsî’de mütecellî ahkâm ve evâmirle sıkı sıkıya bağlıdırlar. Ahkâm, her şeye hâkim
Kürsî’nin Sahibi’ne ait; emirler O’ndan; görüp gözetme de O’nun şe’n-i rubûbiyetinin muktezasıdır. Bütün harekât ve şuûn O’ndandır ve O, bütün bunlardan haberdardır; usûlünden-fürûundan, küllîsinden-cüz’îsinden, nefîsinden-hasîsinden, gizlisinden-açığından… bilir göklerdekileri ve gökler ötesindekileri, bildiği aynı anda gönüllerde oluşan his ve heyecanları, kafalardaki düşünceleri ve damarlardaki deverânı.. O, var ettiği her şeyi görür-gözetir, evirir-çevirir, değiştirir-başka kalıplara ifrağ eder de,
Kur’ân’ın ifadesiyle, ne yorulur ne de uyuklar;
Arş’ı sıfât-ı sübhaniyesine bir taht-ı perdedar yapar,
Kürsî’yi de icraat-ı rubûbiyetine bir makarr. Yaratır yarattıklarını, devam ettirir hayatı-memâtı; görür ve gösterir
Kürsî’den Hayy u Kayyûm olduğunu…