“… su gibi fizikî bir unsurun hem bir zatı hem de
mahiyet ve aslı olduğu misillü, aklî ve metafizik varlıkların da hem birer zatları hem de mahiyetleri vardır. Ancak böyle bir meselede, vücudu mümkün olanla mutlak ve vacip bulunanın birbirine karıştırılmaması da fevkalâde önemlidir. Hemen bütün
İslâm düşünürleri, vacip olan vücudu, kendine has bir mevcûd kabul etmiş, O’nun varlığını da
mahiyete muhtaç olmaktan ve tabiî mürekkep bulunmaktan da müberra saymışlardır; zira başka bir şeye ihtiyaç, varlığı mümkün olan veya yaratılanların lâzımıdır. Varlığı kendinden olan ise bu türlü avarızdan münezzehtir. Aslında, Hazreti ‘Vacibü’l-Vücud’a ayrı bir
mahiyet, ayrı bir vücud isnadı, ‘farz-ı
muhal’ mülâhazasıyla bile caiz değildir; zira O, ne yalnız bir vücud ne
mahiyet ne de ikisinden mürekkeptir.. evet, Vücud-u Vacib’de ne bunların ayrı ayrı mülâhazaları ne de hepsinin birden tasavvuru mümkündür.”
10)