“Dünyevî-uhrevî insanlara fayda sağlayacak, uzun soluklu, sağlam ve kalıcı bir aksiyon ortaya koymak isteyen her fert, yapacağı bütün işleri belli kıstaslara bağlılık içinde, belli bir plan ve programa bağlı götürmelidir. İnanan bir
insan için bu kıstaslar; edille-i asliye dediğimiz,
Kitap,
Sünnet,
icma-ı ümmet ve
kıyas-ı fukahadır. Bunun yanında bir de edille-i tâliye veya edille-i zamaniye diyebileceğimiz,
maslahat,
istihsan,
örf gibi hususlar vardır. Bunlara bağlı
içtihat ve istinbatlar olur. Fakat bilinmesi gerekir ki, bütün bu
içtihat ve istinbatlar, aslî kaynaklarda bırakılan uçlar değerlendirilerek gerçekleştirilir. Yoksa müctehidin-i kiram efendilerimiz ‘min indi enfusihim’ kafalarına estiği gibi hüküm çıkarmamışlardır. Meseleyi usûl-i
fıkıh ıstılahıyla ifade edecek olursak, onlar bir ‘makîsun aleyh’e dayanarak bir kıyasa gitmiş veya bir
içtihatta bulunmuşlardır. Bu arada şunu da ifade etmeliyiz ki, bu çok zor ve çetin işi o büyük kametler, kılı kırk yararcasına bir hassasiyetle yerine getirmişlerdir.”
6)