“…
ilim, küllî ve umumî bir bilme,
mârifet ise herhangi bir şeyi –bu şeye Zât-ı ulûhiyet de dahildir– vech-i cüz’üyle tanımak demektir. Bu itibarla da, öteden beri Hazreti Zât-ı Vahid ü Ehad’e bilittifak ‘Âlim’ denmiştir ama, ‘ârif’ denmeden hep kaçınılmıştır. Ayrıca, dâniş,
irfan,
vicdan kültürü, hüner ve sanat mânâlarına da gelen
mârifet; erbab-ı hakikatçe, bir şeyin ‘
latîfe-i rabbâniye’ ile duyulması, bilinen şeyin misal-i ilmîsi, icabında kaybolup sonra da dönüp gelen ve tekerrür ettikçe derinleşen hafıza,
şuur, idrak mahfuzatı ve bir hakikati diğerlerinden tam tefrik ve temyize yarayan yeterli malumat demektir ki; ef’âl ve sıfatların bilinmesi ve bilinen şeylerin de tafsile açık olmasıyla hulâsa edilebilir.”
3)